Beyler, dikkate değer bir noktadır. Şu anda hatrıma geldi. Yüksek Heyetinize arz etmeden geçemeyeceğim. Sivas-Konya yolu üzerindeki bir telgraf merkezinden Refet Bey'in özel bir telgrafını aldım. Refet Bey, bu telgrafında Konya ve dolaylarında başarı sağlanabilmesi için, kendisine İkinci Ordu Müfettişliği unvan ve yetkisinin verilmesi gereğini bildiriyordu. Refet Bey birçok zaman sonra Ankara'da bulunduğum sırada, Bolu ve dolaylarındaki asilerin tepelenmesiyle görevlendirildiği zaman bile, orada bir şifreyle ve halk üzerinde önemli etkisi bulunacağı gerekçesiyle benden, kendisine paşa unvanının verilmesini istemişti. O zamanlar Refet Bey'in gerek birinci gerek ikinci isteklerini yerine getirecek resmi bir mevki ve yetkide bulunmadığımı açıklamaya gerek yoktu: Özellikle Refet Bey'in bunu çok iyi bilmiş olmasından kuşku edilebilir mi? Refet Bey, bu isteklerini yerine getirtmek için, dolaylı yoldan benim İstanbul Hükümeti'ne aracılık etmemi istiyordu da denemezdi. Çünkü dünyaca bilinmekteydi ki ben ordu müfettişliğinden ve askerlikten istifa etmiş olma bir yana, Padişah ve İstanbul Hükümeti'nce de kovulmuş ve idama mahkum edilmiş bulunuyordum. Çalışmalarım bir Kurultay'ın seçmiş olduğu bir heyet içinde, yani bir Temsil Heyeti içinde ve onun adına idi. Ulusal amaca hizmet için çalışmak ve özellikle bu konuda başarıya ulaşmak için, resmi bir unvan ve yetki koşulu var idiyse, o koşul zaten benim kendimde yoktu. İçinde bulunduğum durum ve şartların nelerden ibaret olduğu anlaşıldıktan sonra, başarıya ulaşabilmek için, benden resmi formalitelere bağlı unvan ve yetki beklenemeyeceği doğaldı. Esasen, biz Refet Bey'i Konya'ya gönderirken kendisine, amaca uygun bütün iş ve etkinlikler için tam ve geniş bir yetki vermiştik. Bunun kullanılması ve yerini bulabilmesi, onun göstereceği kişisel güç ve erke bağlıydı.
Beyler, her yanı etkinlik göstermeye ve ulusal örgütler kurmak için yöneltmeye çalışırken, İstanbul Hükümeti'nin umuncuna hizmet eden bazı sivil yönetim amirlerinden, sözde manevi birer gözdağı olabilecek telgraflar da alıyorduk. Sözgelimi, Urfa Mutasarrıfı Ali Rıza adında biri tarafından, yaptıklarımızın İtilaf Devletleri'ne karşı bir saldırı gibi sayıldığı, bu yüzden bütün Osmanlı ülkesinin İtilaf Devletleri'nce askeri işgal altına alınarak Türk Hükümeti'ne son verileceği, temas sonucu elde ettiği bilgilere dayanılarak belirtiliyor ve kabineyle uzlaşma önerisinde bulunuluyordu. Bu telgrafın mutasarrıfa yabancılarca dikte ettirildiğine kuşku yoktu. Buna elbette gerektiği biçimde karşılık verildi.