CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Kazım Karabekir Paşa'nın, Benim Hükümetin İşlerine Karışmam Konusundaki Düşüncesi

Beyler, içinde bulunduğumuz günlere ilişkin olaylara ve konulara değinmişken burada küçük bir noktayı daha açıklamama izninizi rica edeceğim. Kazım Karabekir Paşa'dan gelen 8 Ekim 1919 tarihli bir telgrafta, şöyle bir görüş ileri sürülüyordu : "Temsil Heyeti'nden sizle Rauf Beyefendi'nin ve bu gibi önemli kişilerin milletvekili olduktan sonra da hiçbir biçimde hükümete karışmayarak Meclis'teki kümenin başında daima söz sahibi olarak bulunulmasını, kabinenin biçimi ve kuruluşu, üyelerinin değer ve kişiliği ne olursa olsun Ulusal Meclis içinde hep denetleyici bir konumda kalınmasını başarının önemli koşulu ve uygulanması zorunlu bir karar sayarım.Bir davanın ve bir kümenin en yüksek ve güçlü tanınmış olan kişileri, kendi yetki çerçevelerini aşıp da hükümet işine karışınca, Ulusal Meclis daima zayıf kalmış ve akımlar karşısında ya sürüklenmiş ya da parçalanmıştır.Yurt ve ulusun bir bütün olarak kurtuluşunun şiddetle söz konusu olduğu bu dönemde, arz ettiğim bu hususlar üzerinde kesin bir karara varmanızı derin saygılarımla istirham ederim."
Beyler, gerçekten de Erzurum'da bulunduğum zamanlarda, Kazım Karabekir Paşa, karşılıklı olarak yaptığımız konuşmalarda da buna benzer görüşler ileri sürmüştür. Benim ileri sürdüğüm görüşler de aşağı yukarı şöyleydi : "Her şeyden önce, ülkede, ulusun varlık ve iradesini ortaya koymak ve bunu sarsılmaz bir biçimde Ulusal Meclis'te temsil etmek gerekir. Bu da, ülkede ulusal bir ülkü çevresinde güçlü bir örgüt kurmak ve Meclis'te bu örgüte dayalı bir küme bulundurmakla olanaklıdır. En güçlü kişilerin amacı bu olmalıdır. Oysa, şimdiye dek görüldüğü üzere, asıl olan bu noktaya önem verilmeksizin, kendilerinde az çok liyakat görenler, hemen hükümete geçmek heves ve hırsına kapılıyorlar. Bu gibi insanlar, Meclis'te kendilerine dayanak olarak ulusal örgüte bağlı güçlü bir küme oluşturamayınca geride yalnız Sultanlık ve Halifelik makamı kalıyor. Bu yüzden ulusal meclisler, ulusal onur ve erki temsil edemiyor. Ulusal istekler ortaya konamıyor ve gerekleri yerine getirilemiyor. Bu bakımdan bizim için başta gelen en önemli ilke önce ülkede ulusal örgütü kurmak, sonra da bu örgütten güç alan bir kümenin başında, Meclis'te çalışmak olmalıdır. Hükümet kurmaya ya da kurulacak herhangi bir hükümete girmeye kalkışmakta yarar yoktur. Çünkü bu nitelikte bir hükümet, yurda ve ulusa hiçbir esaslı hizmet veremeden hemen düşmeye ya da Padişaha dayanarak Meclis'e karşı ve dolayısıyla da ulusa karşı düşen bir durum almaya mecbur olacaktır. Böyle olunca da birincisinde istikrarsızlık gibi büyük bir sakınca sürüp gidecek; ikincisinde de ulusal egemenliğin yavaş yavaş yok derecesine getirilmesine hizmet edilmiş olacaktır."
Nitekim sizlerce bilindiği ve eylemsel olarak da görüldüğü üzere biz ülkede önce ulusal örgüt kurduk. Sonra Meclis'i topladık. Önce Meclis Hükümeti kurduk. Ondan sonra da Cumhuriyet Hükümeti'ni oluşturduk.
Bundan başka, fırsat düştükçe kabineye girilmeyeceği, yüksek makam ve memurluklar kabul edilmeyeceği ve aslında büyük ve ulusal hedeften başka hiçbir amacın ardında olmadığımız ve etkinliğimizin en büyük kısmının şimdiye dek olduğu gibi, bundan sonra da Kuvayı Milliye'nin bir denge ögesi olarak kalmasına çalışmaktan ibaret bulunduğu noktalarında ulusa karşı demeç ve bildirilerimiz vardı. Kazım Karabekir Paşa, telgrafında, Erzurum'daki görüşlerimi ve bu görüşe bağlı olarak yayınlanan bildirilerimizi anımsatarak takdirlerini ifade ettikten sonra; "Ancak, bu güzel azim ve kararın, şimdiye dek bizde yapılmış denemeleri ve bunların verdiği sonuçlan göz önünde bulundurarak daha geniş çaplı olmasını düşündüğümü de özellikle arz ederim." diyorlardı.
Beyler, Kazım Karabekir Paşa'nın bu görüş ve önerisi telgraflarının sonunda söyledikleri gibi, yurt ve ulusun kurtuluşunun söz konusu olduğu bir dönemde ve benim de açıkladığım üzere, daha ülkede hiçbir örgüt ve Meclis yokken ve Meclis toplandığı zaman da Meclis'te böyle bir örgüte ve ulusal erke güvenir ülkü sahibi bir küme, varlığını kanıtlayamamışken her ne biçimde olursa olsun hükümet kurmaya ya da kurulacak hükümete girmeye heves etmek, elbette doğru olmazdı. Böyle bir davranışı ülke ve ulus yararına hizmet amacından çok kişisel hırs ve çıkara ya da hiç olmazsa bilgisizliğe vermekte, kanımca kesinlikle isabetsizlik yoktur.
Ancak Beyler, Karabekir Paşa'nın dediği gibi kabinenin ne biçimde ve nasıl kurulacağı, üyelerinin değer ve kişiliği ne olursa olsun, Meclis'te biçim bulmuş siyasal bir kümenin önde gelen kişilerinin Meclis içinde sürekli olarak söz sahibi ve denetleyici bir konumda kalması, en önemli başarı koşulu ve uygulanması zorunlu bir karar sayılamaz. Gerçekten de ulusal egemenlik ilkesine bağlı olarak yönetilen uygar devletlerde, benimsenmiş olan ve fiilen yürürlükte olan kural, ulusun genel eğilimlerini en yüksek düzeyde temsil eden ve bu eğilimlerin bağlı bulunduğu yararları en yüksek erk ve yetkiyle gerçekleştirebilecek siyasal kümenin, devlet işlerini üzerine alması ve bunun sorumluluğunu en yüksek önderinin omuzlarına yüklemesi ilkesinden ibarettir. Zaten bu koşulları taşımayan bir hükümet görev yapamaz. Hükümetin, güçlü küme üyeleri arasından ve ancak birinci derecede olmayanlarından zayıf bir hükümet kurmak, onu partinin birinci derecedeki önderlerinin talimat ve öğütleriyle yürütmeye kalkışmak düşüncesi, elbette doğru değildir. Bunun yıkıcı sonuçları özellikle Osmanlı Devleti'nin son günlerinde görülmüştür. İttihat ve Terakki önderlerinin elinde oyuncak olan Sadrazamlardan ve onların hükümetlerinden ulusa gelen zararlar sayılamayacak kadar çok değil midir? Mecliste, egemen olan partinin, hükümetin kurulmasını, muhalif ve azınlıkta bulunan bir partiye bırakmasıysa kesinlikle söz konusu olamaz. Kural ve yöntemlere göre, ulusun çoğunluğunu temsil eden, programı belli olan parti, hükümeti kurma sorumluluğunu üzerine alır, ülkede kendi hedef ve ilkelerini uygular.

Yunus Nadi Bey'e Arabuluculuk Yaptırılıyor

Beyler, Ali Rıza Paşa Kabinesi'nin iktidar mevkiine geçtiğinin beşinci gününe geldik. Daha anlaşamıyoruz. Ülkenin İstanbul ile olan resmi haberleşme ve ilişkileri hâlâ kesilmiş olarak sürüp gidiyor. Sadrazam Paşa Hazretleri, önerilerimize yanıt vermiyor ve hiçbir zaman vermemiş olduğunu göreceksiniz. Kabineden hiç kimse bizimle görüşmek istemiyor. Bugün, yani 6 Ekim l919 günü, Yunus Nadi Bey arkadaşımız, Harbiye Nazırı olan Cemal Paşa'yı, daveti üzerine makamında ziyarete gitmiş. Cemal Paşa, Yunus Nadi Bey'e durumdan özellikle hükümetle Temsil Heyeti arasında daha bir anlaşma olmadığından söz etmiş ve anlaşıldığına göre bizi haksız göstermiş; kendilerinin her şeyi kabul etmeye ve uygulamaya hazır bulunduklarını anlatmış. Herhalde anlaşmazlık çıkaran ve bunda direnen tarafın Temsil Heyeti olduğunu söylemiş. Öyle anlaşılıyor ki Yunus Nadi Bey'in bizimle olan kişisel dostluğuna dayanarak, tarafları uzlaştırmak için arabuluculuk yapmasını önermiş olacak.
Yunus Nadi Bey bu aracılık önerisini sevinerek kabul etmiş. Yalnız, Yunus Nadi Bey'in, Cemal Paşa'nın verdiği bilgileri sağlam ve gerçek olarak kabullendiği ve durumu ona göre değerlendirdiği, şimdi sözünü edeceğim telgrafının ifadesinden anlaşılmaktaydı. Yunus Nadi Bey'le telgraf başında yapılmış olan bu görüşmemiz, yeni kabineyle bizi, görünüşte de olsa, uzlaşmaya yöneltme bakımından önemlidir. Bu nedenle, izin buyurursanız biraz açıklayacağım.
Harbiye Nazırı Paşa'nın beni telgraf başına davet ettiğini haber verdiler. Zaten dairemizde bulunan makine başına gittim.
İstanbul-Harbiye telgrafhanesi Yunus Nadi Bey zâtıdevletinizle görüşmek istiyor efendim," denildikten sonra; "Harbiye telgrafhanesinde makine başında hazırım." dendi. "Hazır olan kimdir?" dedim.
Telgrafçı- "Yunus Nadi Bey ve yanında Nazır Paşa'nın yaveri Cevat Rifat Bey vardır efendim. Nazır Paşa'yı istediler mi, yoksa..." açıklamasında bulundu.
- Kendileriyle şimdi görüşürüz. Yalnız, beni telgrafa davet ettikleri zaman Nazır Paşa istiyor, demişlerdi. Davet eden Nazır Paşa mıdır, yoksa siz mi?
Yunus Nadi Bey- Nazır Paşa'nın izinsiyle ve yaveri aracılığıyla, Harbiye merkezinden zâtıdevletlerini aradık. Bu yüzden yanlış anlaşıldı efendim, dedi.
Ben- Teşekkür ederim; buyurun, dedim.
Bunun üzerine Yunus Nadi Bey'in sözleri alınmaya başlandı. Yunus Nadi Bey, düşüncelerine şöyle bir giriş yaptı : "Ulusal iradenin, ulus egemenliğini etkili kılmasının olumlu bir sonucu olarak meydana gelen değişiklik üzerine, burada kurulan hükümetle, ulusal örgüt arasında uyumlu bir birliğin sağlanmasının gecikmeyeceğine hükmetmiştim. Yaptığım soruşturmadan sonra, daha bir iki noktada anlaşmazlık bulunduğunu anladım. Bu uyumun kurulmasındaki gecikme içte ve dışta iyi olmayacağı için, bazı hususları arz etmeyi bir görev saydım."
Ondan sonra, şimdi özetleyeceğim noktalarla ilgili bilgi ve düşüncelerini, ilk konu olarak belirttiler.
1- Ferit Paşa Kabinesi'nde bulunmuş olan bazı kişilerin bu kabinede yer aldıkları için kötü gözle görülmelerinin doğru olmadığını Abuk Paşa'nın (Ahmet Abuk Paşa) Ferit Paşa Kabinesi'nin düşmesinde rol oynadığını,
2- Rıza Paşa Hükümeti'nin bir geçiş dönemi hükümeti olduğunu, süresinin Mebuslar Meclisi seçiminin sonuna dek sürebileceğini,
3- Bugünkü hükümetin, ulusal hedef ve isteklerinin hepsini yerinde bulma ve olumlu bir sonuca ulaşmasına da çalışma konusunda en ufak kuşkuya yer vermemekte olduğunu, belirttiler ve
4 - Özellikle, Cemal ve Abuk Paşa gibi kişilerin, hükümette ulusal davanın birer temsilcisi ve kefili gibi kabul edilmelerinde kararsızlığa yer yoktur, hükmünü verdiler.
İkinci konu olarak da Yunus Nadi Bey, kişilerle ilgili noktaya değindiler. Bunda bizimle tümüyle aynı duyguda olmakla birlikte, biraz ılımlı olma tavsiyesine cesaret edeceğim dedi ve görüşünü, ulusal başarının uyandırdığı iyi etkilerin, bazılarında intikamcılıkla yorumlanarak lekelenmekten korunmanın önemli olduğu biçiminde belirtti. Yunus Nadi Bey, "Bugünkü hükümet üyeleriyle yaptığım temaslardan, hükümetin, ulusal örgütün isteklerinin yerine getirilmesinde kararlı olduğu anlaşılıyor." dedikten sonra şu bilgiyi verdi : "Harbiye Nazırı Cemal Paşa, bu gün yayınlanacak bildiride bu noktanın aslında yeterince açıklanmış olduğunu ancak bildiri, hükümetin ağzından, resmi bir dille yazılmış olduğuna göre, her yönüyle dikkate alınarak araya sıkıştırılmış göstermelik birkaç sözcüğe önem verilmemesi gerektiğini söyledi."
Yunus Nadi Bey, yeni sadrazam ile hükümetinin -her türlü yanlış anlaşılmayı gidermek için- ulusal örgütün ileri gelenlerinin göstereceği bir heyetle doğrudan doğruya bağlantı kurma konusundaki içten isteğini bildirdikten sonra, bütün düşüncelerini şu cümleyle özetledi : "Bugün benim en gerekli saydığım husus, bunalımın sona ermesi ve karmakarışık bir durumda sürüp gitmemesinden ibarettir."
Yunus Nadi Bey, bu konudaki düşüncelerimi bellediği için, ben de şu yanıtı verdim :
Sivas, 6.10.1919,
Yunus Nadi Beyefendi'ye, Temsil Heyeti'nce Sadrazam Paşa Hazretleri'ne yapılan birinci ve ikinci derecedeki önerilerle kendisinin heyetimize vermiş olduğu yanıt ve özellikle bu yanıtın son bölümleri bilmem tarafınızdan görülmüş müdür? Söylediklerinizden ve yüksek düşüncelerinizden, bu yazılan görmemiş olduğunuza ve önerilerimizin size bunların nitelik ve içtenliğini tüm olarak anlamamış olanlarca anlatılmış bulunduğuna hükmediyoruz. Bu nedenle, burada konunun esası üzerinde bir tartışmaya girmeyi zor görüyoruz. Yalnız, kişisel olan yüksek düşüncelerinizdeki bazı noktaları aydınlatmak amacıyla aşağıda, sırayla açıklamalar yapılmıştır.
Yeni kabineyle ulusal örgütümüz arasında uyumlu bir birlik kurulmasının gecikmeyeceği yargısına biz de varmıştık. Bu gecikmenin nedenini bizde değil yeni kabinenin dört gündür göstermekte olduğu kararsız tavırda aramak gerekir. Yeni kabine, bize aramızda bir anlaşmazlık olduğunu da bildirmemiştir. Yeni kabinede, yerlerinde bırakılan eski Nazırların namuslarından kuşku etmemekle birlikte, eski kabinenin ağır suç sayılacak işlerine bilerek ya da bilmeyerek katılmış olmaları göz önünde tutulacak önemli bir noktadır. Abuk Paşa'nın kabinenin düşmesinde oynamış olduğu rol bizce bilinmemektedir. Biz, sonucu sağlayan gücü pek iyi biliriz. Bizim amacımız, bu hükümeti, sanıldığı gibi bir geçiş dönemi hükümeti olarak kabul etmek değildir. Tersine, ulusun yazgısı üzerinde karar verecek ve barışı yapacak en önemli bir heyet olabilmesini dileriz. Ulusumuzun ana çıkarları açısından, yabancıların bizce hiç önemi yoktur. Biz, davranışlarımızı yabancıların dedikodusuna uydurma acizliğini reddetmiş olanlardanız. İç ve dış durumu bütün açıklığıyla biliyoruz. Attığımız adım rastlantılara bağlı değildir; derin düşüncelere, sağlam temellere, bütün ulusun düzenli bir örgüte bağlı gerçek gücüne ve irade gücüne dayanmaktadır. Ulus, egemenliğini bütün anlamıyla bütün dünyaya tanıttırmaya kesin olarak karar vermiştir. Bunun için de her yerde, her türlü önlem alınmıştır. Bugünkü hükümetin ulusal dava ve istekleri olumlu karşılamasını ve olumlu bir sonuca bağlamaya çalışmasını bekleriz. Çünkü başka türlü iktidarda kalamaz. Abuk Paşa'yı bilmiyoruz. Ancak Cemal Paşa'dan ulusal örgütümüzün temsilcisi olmaktan başka bir şey beklemeyiz.
Beyler, şunu belirtmeliyiz ki, Cemal Paşa bizim temsilcimiz değildi. Kendisine böyle bir mevki ve görevin verilmiş olması, sizce bilinen tutumundan dolayı doğru da değildi. Ancak Yunus Nadi Bey'in telgrafında, Cemal Paşa'nın temsilci gibi kabul edilmesinde kuşkuya gerek yoktur, denilmiş olmasından Cemal Paşa'nın bunu istediği kanısına varılmış ve bu görev kendisine bir oldubitti halinde verilmiştir.
Cemal Paşa, Nazır olur olmaz, kendilerinin herkesten önce bizimle ilişki kurup gerçek durumu anlayacağını ve ona göre hükümetle ulusal örgütün görüşlerini birleştirmeye çalışacağını umuyorduk. Oysa daha böyle bir temastan kaçındığı görülüyori Bizim yeni kabineye karşı ileri sürdüğümüz öneri ve istekler, kişisel ve keyfi olmayıp, bütün iller ve bağımsız sancaklarla bunlara bağlı yerlerin, beş kolordu komutanının ve ulusal örgüte bağlılık gösteren yüksek dereceli memurların Temsil Heyeti'mize bildirmiş oldukları önerilerin, Temsil Heyeti'mizce hükümeti olabildiği kadar güç bir duruma sokmama düşüncesiyle yapılmış özetinin özeti durumundaki bir sonucundan ibarettir. Bu öneri ve isteklerde sandığınız ve belirttiğiniz sakıncalar da yoktur. Hükümet, Temsil Heyeti'mizle içten ve ciddi ilişki ve görüşmelerde bulunduğu takdirde, ileri sürülmüş olan istek ve önerilerin hükümetçe uygulanabilecek biçim ve zamanını kararlaştırmaya hiçbir engel bulunmamaktadır. Yalnız, Sadrazam Paşa'nın, Temsil Heyeti'mize 4 Ekimde yanıt olarak gönderdiği telgrafındaki son paragraflar dikkati çeker niteliktedir. Meşru olan ulusal örgütümüz ile bunun yönetimini elinde bulunduranları, gayrı meşru ve yasadışı tanıma zihniyeti sürdürülecekse hiçbir uyuşma olanağı bulunamayacağına kuşku yoktur.
Bugün yayınlanacağını bildirdiğiniz bildiride, her ne nedenle olursa olsun, ulusal örgüt ve mücadelemiz hakkında yerici bir dil kullanıldığı takdirde, üstelik bu tutum, önemsiz birkaç sözcükten ibaret kalsa bile, tarafımızdan her türlü anlaşma olanağı ortadan kaldırılmış sayılacaktır. Zaten İstanbul Hükümeti, Temsil Heyeti'yle iyiden iyiye anlaşmadıkça, bildirisi hiçbir yerden alınmayacaktır. Belki, yalnızca İstanbul bunun dışında kalabilir.
Temsil Heyeti'miz bütün iller ile bağımsız sancaklar adına kendi bölgelerinde ulusun genel oylarıyla seçilmiş temsilcilerinin oluşturduğu Erzurum ve Sivas'ta toplanan genel kurultaylarca kararlaştırılmış ve seçilmiş bulunan meşru bir ulusal oluşumdur. Temsil yeteneği ve erki de eylemsel çalışmalarıyla ortadadır. Mebuslar Meclisi'nin toplanıp da fiilen denetleme görevine başlayacağı güne dek, Temsil Heyeti'nin ulus ve ülkenin yazgısıyla ilgilenmesi zorunludur. Hükümetin, heyetimizle içten bağlantı ve ilişkisi, elbette kendi konum ve gücünü artıracaktır. Ayrı ayrı yönlerde yüründüğü takdirde, bunun ülke ve ulus çıkarları için sakıncalar doğuracağı doğaldır.
Biz, bugünkü kabinede, varlıkları ülke ve ulus için özellikle yararlı olacağına inandığımız bazı kimselerin, daha önce olduğu gibi, birer birer kabineden çıkarılması biçimindeki son moda kabine taktiklerine uğradıklarını görmek istemeyiz (Beyler bu dediğimizin çıktığını göreceksiniz). Sivas'ta toplanmış bulunan Temsil Heyeti, bizzat ve doğrudan doğruya hükümetle en içten bağlantı ve ilişkide bulunmaya hazır ve isteklidir. Bu görevi başkalarına vermek yetkisine sahip değildir. Hükümetle tam bir anlaşma gerçekleştiği takdirde, temasın kolay ve güvenilir olabilmesi için daha başka çareler de düşünülebilir. Özet olarak, karışık duruma bir an önce son verilmesi, öncelikle, hükümetin kendisine arz ve teklif ettiğimiz şekildeki bir bildirisinin, göstermelik sözcüklerle değil içten bir dille yayınlanması ve öteki önerilerin olumlu karşılanıp yerine getirileceği konusunda, Sadrazamlığın, arz ettiğimiz hususlara doğrudan doğruya yanıt vermesiyle olanaklı olacaktır. Yoksa Refik Halit Bey tarafından daha telgraflarımız ve bildirilerimiz denetlenir, çalınır ve alıkonulurken, hükümetin içtenliğinden söz edilmesi, bize pek tuhaf geliyor. Hükümet, bu kararsız durumunda birkaç gün daha devam edecek olursa, ulus gözünde daha pek kazanamadığı güven ve saygınlığın büsbütün kaybolmasına yol açacaktır. Her yerden aldığımız telgraflarda, yeni hükümetin güvenilir olup olmadığına ilişkin sorular sorulmaktadır. Saygılarımı arz ederim kardeşim.
Mustafa Kemal
Beyler, Yunus Nadi Bey, verdiğim bilgiler ve yaptığım açıklamalardan gerçek durumu anladı. Bizimle haberleşmenin devamına gerek görmedi. Tersine, yeni hükümeti ve özellikle Cemal Paşa'yı uyarmaya çalışmış. Gerçekten, açıklayacağım üzere, görünüşte de olsa, bir anlaşma durumu ve görünümü ortaya çıktı.
Beyler, 6 Ekim 1919 günü de geçti. Biz eldeki önlemlerin önemle ve dikkatle yürütülmesi gereğini bir genelgeyle buyurduk. Beyler, Yunus Nadi Bey'le haberleşmemizin ertesi günü, sonunda, sadrazamdan yanıt değil ancak Cemal Paşa'dan şu telgrafı aldık :

Cemal Paşa Kabine Adına Ulusal İradeye Aykırı Hareketlerden Kaçınılacağına Söz Veriyor

Harbiye 7.10.1919
Saat 12.07
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne,
Şimdiye dek yapılan haberleşmelerin özeti :
1- Kabine sizinle aynı düşüncededir, ulusal iradenin egemenliğini kabul eder. Ancak bir öç alma kabinesi olmaktan çekinir. Suçluların cezalandırılmasını yasal yollarla yerine getirmeyi de uygun buluyor.
2- Zarara uğramış Valilerin uğradıkları haksızlıklara son verip durumlarını düzeltmeyi, yeterli olanlarını seçip özellikle atamayı, ordunun onur ve disiplinini de iade etmeyi tümüyle üstlenir.
3- Devlet, dışarıya karşı onur ve saygınlığını yeniden kazanabilmek için ulusal iradeye ve Temsil Heyeti'ne dayanacaktır.
4- Temsil Heyeti'nin bir temsilcisi olarak, bütün içtenliğimle ve saygılı bir duyguyla arz ediyorum ki kabine, Temsil Heyeti'nin hem dışa hem de içe karşı egemen oluyor anlamını vermeksizin kendisine yardımcı durumda kalmasını ister ve bu büyük gücün yararını takdir eder. Her şeyden önce, telgrafların karşılıklı olarak ve serbestçe çekilmesini, yerinde bırakılacak ya da yeniden atanacak vali ve komutanların hemen hareket edebilmesini, özellikle, kabul edilen yeni Milletvekilleri Seçimi Yasası'nın her yere dağıtılarak duyurulabilmesini pek yararlı görür.
5- Ulusal iradeye aykırı davranışlardan kaçınılacağına söz verirsem geriye yalnız, ayrıntılarının biçim ve zamanı kalır ki bunun da pek kolay olabileceğine inancım vardır. Yurdun kurtarılmasını hedef alan amacın gerçekleşmesine, hemen elbirliğiyle çalışabilmek için, ayrıntılar üzerinde ısrar edilmemesini, zâtıdevletlerinin yardımlarını bekler, pek rica eder, saygıdeğer arkadaşların hepsine de saygılarımı sunarım.
Harbiye Nazırı Cemal
Bu telgrafa hemen olumlu ve içten olan şu yanıtımızı verdik :
Şifre, Sivas, 7.10.1919
Harbiye Nazırı Cemal Paşa Hazretleri'ne,
İlgi : Zâtıdevletlerinin telgrafta belirttikleri hususlara, madde madde, sırayla aşağıdaki yanıt arz olunur :
1- Kabinenin bizimle tam bir birlik ve bütünlük içinde, ulusal iradenin egemenliği ilkesini kabul buyurmasına, ulus adına teşekkürlerimizi arz ederiz. Kabinenin, Temsil Heyeti'nin ve bütün ulusal örgütümüzün öç alıcılıkla lekelenmesi, bizce de son derecede sakınılacak ve çekinilecek bir husustur. Bu noktada ve suçluların yasal yollarla cezalandırılmaları gereğinde de kabineyle bir görüş birliği içindeyiz.
2- İkinci maddede yazılanlar için de özellikle teşekkür ederiz. Bundan önce arz edilmiş olan hususlarda, bu noktanın üzerinde durulmasının nedeni şuydu : Ulusal davaya ve Ulusal Mücadele'ye karşı tutumlarından dolayı, ulusça reddedilen bazı Vali ve Komutanlar, biçime uyma düşüncesiyle, geçici bir süre için de olsa, görevlerine iade edildikleri takdirde, gittikleri yerlerde kabullerine olanak görülmediğinden, hükümet yetkesine karşı saygısızlık doğabilir kaygısıydı.
3- Üçüncü madde, özellikle şükranla karşılanmaya değer. İnşallah birlik ve bütünlük içinde, yurt ve ulusumuzun kurtuluş ve mutluluğunu sağlamamız kısmet olur.
4- Tam bir içtenlikle ve büyük bir güvenceyle arz ederiz ki kabinenin gösterdiği ciddilik ve içtenliğe karşılık, Temsil Heyeti ne içeriye ne de dışarıya karşı hiçbir zaman bir egemen olma durumu almayacak, tersine tam bir görüş birliğiyle kabul buyurulan esaslar çerçevesinde, hükümetin güç ve yetkesini artırıp sağlamlaştırmayı yurt ve ulusun esenliği için görev sayacaktır. Bu konuda asla kuşku ve tereddüt buyurulmamasını arz ve rica ederiz. Özellikle zâtıdevIetlerinin, tüzüğümüzün sekizinci maddesi gereğince, doğrudan doğruya Temsil Heyeti'miz üyesi sıfatıyla kabinede temsilci olarak bulunmaları her iki tarafın da işlerinde ve kararlarında anlaşmaya varmaları bakımından bir güvence sağlayacağı için sevindiricidir. Artık kabineyle ulusal örgütümüz arasında, her noktada görüş birliği ve uzlaşmaya varıldığı anlaşıldığına göre, elbette, haberleşme konusundaki kayıtlar da kaldırılacaktır. Ancak Temsil Heyeti, bütün Anadolu ve Rumeli'deki örgüt merkezleriyle bağlantısını sürdürmek zorunda olduğundan, özel telgraflar biçiminde yapılmakta olan telgraf haberleşmelerimizin eskiden olduğu gibi devamına izin buyurulmasını özellikle istirham ederiz. Burada şunu da arz edelim ki hükümet, buyruklarını bildirmeye başladığı dakikada, hiçbir yanda herhangi bir engelle karşılaşmamak ve en küçük bir yetke sarsılmasına uğramamak gerektiğinden, bu hususun sağlanması ve Temsil Heyeti'nce gerekenlere gerekli bildirimin yapılabilmesi için, kırk sekiz saat kadar zaman bırakılmasını rica ederiz. Temsil Heyeti'nce yapılacak bildirime esas olmak ve ulusa güven vermek üzere yayınlanmasını rica ettiğimiz kabine bildirisinin gizli olarak yayınlanmadan önce, bu suretinin heyetimize lütuf buyurulmasını özellikle istirham ederiz. Çünkü bu bildiride, bir sözcüğün bile ulusça yanlış anlamaların sürmesine yol açabileceğini ve Temsil Heyeti'ni de ulusa karşı pek zor bir durumda bırakabileceğini bütün içtenliğimizle arz ederiz. Temsil Heyeti'nce Zâtışâhâne'ye sunulacak bir teşekkür yazısıyla ulusa yapılacak bildirim suretini gerekli yerlere göndermeden önce, zâtıdevletlerine şimdi arz edeceğiz ve bunların metinine dair kabinece ileri sürülecek düşünceler saygıyla dikkate alınacaktır. Yeni Milletvekilleri Seçimi Yasası üzerindeki görüşümüzü daha sonra arz etmek üzere, söz konusu yasanın hangi görüşle hazırlanmış olduğunu lütfen bildirmenizi rica ederiz.
5- Temel noktalarda tam bir uzlaşma doğduktan sonra, zâtıdevletleriyle saygıdeğer arkadaşlarınızın içtenliklerinden kuşku edilemeyeceğinden, konunun ayrıntıları üzerinde kendiliğinden görüş birliğine varılabileceği doğaldır. Benim ve bütün çalışma arkadaşlarımın, en büyük saygı ve içtenliklerimizle, zâtıdevletinizin ve içinde bulunduğunuz kabinenin başarıya ulaşmasına ve bu sayede yurdun kurtarılmasını hedef alan amacın bir an önce gerçekleşmesine bütün varlığımızla çalışacağımıza güven buyurmanızı arz ve burada hazır olan bütün arkadaşlarımın selam ve saygılarını sunarım.
Mustafa Kemal
Cemal Paşa, bu telgrafımıza o gece yanıt verdi. Bunda "bildirinin hemen yayınlanmasının zorunlu olduğunu ancak gerekli noktalara dikkat edildiğini" bildiriyordu. Biz de aynı gece, naziklik gereği olmak üzere yanıt verdik.
Ancak Beyler, hükümetin, bildirisini yayınlamadan önce bize göstermek istemediği anlaşılınca, biz de ulusa olan bildirimizi hükümete danışmadan yayınladık. Padişah'a olan telgrafı da aynı biçimde çektik.
Beyler, 7 Ekim 1919 tarihini taşıyan bildirimiz; ulusa, tutulan yolun isabetli ve başarılı olduğu, bu yolda ulusal birliği koruyarak bugüne dek olduğu gibi devam edilmesi konusunda, dolayısıyla aydınlatmaya, uyarmaya ve ulusun manevi gücünü artırmaya yardımcı olmak amaçlarını dile getirmekteydi. Padişah'a yazılan telgraf da ulus adına teşekkürü içine alıyordu.
Beyler, bu arada küçük bir bilgi arz edeceğim. Heyetimiz, bütün ülke ile ulusun ortak isteğinin gereğini yerine getirtmeye çalıştığı sırada, işgal altında bulunan İzmir'e de doğrudan doğruya bildirimde bulunuyordu. Ali Rıza Paşa Kabinesi'yle anlaşmakta olduğumuz 7 Ekim 1919 tarihinde, İzmir'e de şu telgrafı çekiyorduk :
İvedi Sivas, 7.10.1919
İzmir Valiliği Yüksek Katına,
Şimdiye kadar gönderilen bildirim ve yazılarımız size ulaştıysa gereklerinin yapılmakta olup olmadığının; ulaşmamışsa engelleyici nedenlerinin acele bildirilmesi rica olunur.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal
İzmir'in ve İzmir Valisi'nin ne durum ve koşullar içinde bulunduğunu kuşkusuz biliyorduk. bildirimlerimizi alıp alamayacağı kuşkulu olmakla birlikte, uygulayamayacağı doğaldı. Ancak biz, bütün ülkenin yazgısıyla meşgul ve işgal tanımayan bir güç merkezinin bulunduğunu düşmanlarımıza da bildirmekte yarar görüyorduk.

Ali Rıza Kabinesi Ulusal Örgüt ve Amaçları Soruyor

Erzurum ve Sivas Kurultayları'nda tayin ve tespit edildiği, telgraflarında bildirilen örgüt ve amaçlarından ibaret olduğu Vekiller Heyeti'nce bilinemediğinden, durumun gereği incelenmek üzere her şeyden önce söz konusu kurultayların kararlarının acele olarak bildirilmesi istenmektedir, efendim.
Sadrazam Ali Rıza
Sadrazamlık, 4.10.1919
Sadrazam Paşa ve saygıdeğer arkadaşlarının -içlerinde biraz sonra görüleceği üzere, Kuvayı Milliye'nin temsilcisi olarak kabineye girdiğini söyleyen Cemal Paşa'nın da bulunmuş olmasına karşın- hükümeti kurmuş oldukları güne dek, ulusal amaçların neyden ibaret olduğunu bilmediklerini söylemeleri, şaşılacak bir şey değil midir? Bundan daha da çok dikkati çeken nokta, ulusal amaçlara uyup uymamak konusunda karar verebilmek için, öncelikle kurultayların kararlarını istemiş olmalarıdır. Oysa bu kadar dağdağaya ve uygulanması önceli Ferit Paşa'nın düşmesine yol açan kurultayların kararlarını bilmemeleri düşünülebilir miydi?
Amaçlarının zaman kazanmak ve bize karşı hiçbir taahhüde girmeksizin, yeni ve şeytanca önlemlerle ulusu aldatarak, kendini göstermiş olan dayanışma ve bağlılığı gevşetmek olduğuna kesinlikle kuşku etmedim. Ancak aradaki bağlar koparılacaksa ben de her şeyden önce onların bütün içyüzlerini ulusun gözü önüne serecek bir davranışı yeğledim. Bu yüzden, Sadrazamın ve saygıdeğer arkadaşlarının isteğini yerine getirdim. 4 Ekim 1919 tarihli telgrafla, kurultayın bildirisini olduğu gibi, tüzüğün de yalnız örgütle ilgili ana noktalarını özet olarak bildirdim. Hiçbir yerden hükümetle resmi yazışmalara girişilmemesi için yeniden genel bildirimler yapıldı.
Beyler, aynı günde şöyle bir telgraf aldım :
"Başkanlığım altında kurulmuş olan yüce kabine, ulusun isteğine uygun olarak, yurdun mutluluk ve esenliğini sağlamak için sarsılmaz bir kararlılıkla çalışmak konusunda tam bir görüş birliğine varmış bulunmaktadır. Osmanlı topluluğunda birliğin sağlanması, ulusal bağımsızlığın korunması, yüce Halifelik ve Sultanlık makamının dokunulmazlığı, Anayasa hükümleri gereğince, hiç kuşku yok ki bütün bir ulusun iradesine dayanılarak gerçekleştirilebilecektir. Ateşkes Antlaşması'nın yapıldığı tarihteki sınırlar içinde kalan bütün Osmanlı topraklarının ve kentlerinin, bu antlaşmanın kendisine temel dayanak yaptığı Wilson ilkeleri gereğince doğrudan doğruya Osmanlı Sultanlığı'nın yönetimi altında bırakılması ve bu sınırlar içinde kalıp da nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan yurt birliğinin parçalanmasını önleyerek bu topraklar üzerindeki tarihsel. dinsel ve coğrafi haklarımıza ve adalet anlayışına uygun bir karar alınmasının sağlanması da bugünkü hükümetin cayılmaz bir hedefidir. Ulusal Meclis toplanıncaya dek, ulusun yazgısı üzerinde hiçbir kesin ve resmi taahhüde girilmemesi, Barış Konferansı'na gönderilecek delegelerin ulusal davayı kavramış, güvenilir, ileriyi gören ve yetenekli kimselerden seçilmesi doğaldır. Ülkemizdeki meşrutiyet yönetimi gereğince ulusal egemenlik geçerli olduğundan, görevini hakkıyla kavramış olan bugünkü hükümet, ulusun kararını almadan ülkenin yazgısına ilişkin karar veremeyeceği için, seçimlerin bir an önce yapılması konusunda her türlü girişimleri yapmakta, Mebuslar Meclisi'nin toplanmasını çabuklaştırma bakımından gereken kolaylıkları göstermeye çalışmaktadır. Ancak, hükümetin politikasında egemen olan ilke, yasa hükümlerine bütünüyle uyarak ters durumları anlamak ve ortadan kaldırmaktan ibarettir. Olağandışı ve yasasız durumların süregelmesi, Osmanlı Devleti'nin hükümet merkezi ile Anadolu'yu birbirinden ayırarak birçok kötü sonuçlar doğuracağından Tanrı korusun, devlet merkezinin varlığını tehlikeye düşürecek ve ülkenin öteki bölgelerinin de işgal altına alınması sonucunu vererek yurdun birliğini bozacaktır. Bu bakımdan bugünkü hükümet, tarafınızdan işgal olunan resmi dairelerin boşaltılması, hükümet işlerinin aksatılmasına son verilmesi, en küçük bir eksikliğe bile uğratılmaması şart olan hükümet yetkesine saygı gösterilmesi, yabancılarla siyasal ilişkilere girişilmemesi ve milletvekili seçimlerinde halkın özgürlüğüne kesinlikle karışılmaması hususlarına tarafınızdan söz verilmesini istiyor."
Saygıdeğer Beyler, dikkat buyurulursa bu telgrafta ne adres vardır ne de imza. Gerçi, Sadrazamlık makamından yazıldığı anlaşılıyordu. Ancak başka bir şey daha anlaşılıyordu ki bu satırları yazan kişi ya da kişiler, bir kez Temsil Heyeti'ni tanımak ve onunla imzalı resmi yazışma ve görüşmelerde bulunmak istemiyorlardı. Bir de, bizim kurultaylarda saptadığımız kararları ve kendilerine önerdiğimiz üç noktanın göz önünde bulundurulmasını, yeni kabinenin Sadrazamı ve vekilleri doğal buluyorlar. Bu kararların ve ilkelerin gerçekleştirilmesine zaten çabalamakta olduklarını söylüyorlar. Ancak Sadrazam, "Hükümetin politikasındaki ana ilke, yasa hükümleridir. Görevi, ters durumların önlenmesinden ve ortadan kaldırılmasından ibarettir." biçimindeki bir girişten sonra bizim tavır ve hareketlerimizin olağandışı ve yasasız olduğunu dolaylı yoldan belirtmeye çalışarak bunun sürmesi durumunda, merkez ile Anadolu'nun birbirinden kopmakla sonuçlanacağını ve bunun doğuracağı tehlikeleri sayarak sonunda baklayı ağzından çıkarıyor: "Tarafınızdan işgal edilen resmi dairelerin boşaltılması, hükümet işlerinin aksatılmasına son verilmesi, hükümet yetkesine saygı gösterilmesi, yabancılarla siyasal ilişkilere girişilmemesi , milletvekillerinin seçiminde halkın özgürlüğüne kesinlikle müdahale edilmemesi hususlarına tarafımızdan söz verilmesini istemek suretiyle, bizim varlığımıza ve etkinliğimize son vermek amacında olduğunu belirtiyor.
Beyler, belki unuturum, ayrıntılı açıklamalara girişmeden önce söylemeliyim ki tarafımızdan işgal edilmiş resmi daireler yoktur. Yalnız Sivas ili, okulların tatilde bulunması dolayısıyla, Temsil Heyeti'ni lisede konuk etmişti. Söz konusu edilmek istenen resmi daire bu olacaktı. Yeni kabine, her türlü etkinliğine başlangıç olmak üzere Temsil Heyeti'ni buradan kovarak, halkın gözünde onun etkinlik ve saygınlığını kırmak istiyordu.
Beyler, kimden kime yazıldığı belirtilmemiş olan bu telgraf üzerine, Sivas telgraf merkezi ile İstanbul telgraf merkezi arasında aynen şu haberleşme yapıldı :
Olağanüstü, İstanbul Merkez Müdürlüğü'ne
Sadrazamlık merkezinden yazılan telgraf, başlık ve imzası bulunmadığı için Anadolu ve Rumeli Müdaa-i Hukuk Derneği Temsil Heyeti'nce kabul edilmedi. Telgraf sureti merkezimizde alıkonmuştur. Gerekenlere bilgi verilmesi rica olunur.
İmza
Kurultay Merkezi

- Bize, üzerinde Sadrazam Paşa Hazretleri'nin yanıtıdır, başlığıyla Ametçi Bey verdi; kopyası telgrafhanededir. Siz Paşa Hazretleri'ne böyle veriniz.
- Temsil Heyeti denilmemekte ve kimden geldiği bilinmemektedir. Bu yüzden, başlık ve imza olmadığı için kabul etmiyorlar.
- O halde, şimdi dağıldı. Kabinede bu konuda bir şey yazarlarsa durum elbette aydınlanır efendim.
Bu yanıtı verdikten sonra dağıldılar. Artık bize bir şey gelmez. Ancak Sadrazam Paşa belki evinden yazar. Bizim bu merkezin işi kabine toplantısı bitince son bulur, kapanır azizim.
- Siz, dediğimizi Ametçi Bey'e söyleyin.
- Ametçi Bey de gitti. Yalnızım.
- Telefonla söyleyiniz.
- Bizde kent telefonu yok. Bununla birlikte siz telgrafı öylece saklayınız da sabahleyin resmen bir şey yazdıralım efendim.
- Sadrazam Paşa'ya telefon edin.
- Kardeşim, Sadrazam Paşa'ya anlatamayız ki...

Olağanüstü, Bâbıâlî, 4.10.1919
Sivas Kurultay Merkezi Müdürlüğü'ne
Erenköy'de oturan Sadrazam Paşa Hazretleri telefonla arandığı ve saat yirmi biri yirmi beş geçtiği halde bulunamadı. Bu haberleşme çaresiz olarak yarın arz edilecektir, efendim.
Bâbıâli Müdürü Hüseyin Hüsnü
Olağanüstü, İstanbul, 4.10.I9I9
Kurultay Merkezi'ne
Bâbıâlî Müdürlüğü'nden de bildirildiği gibi, şimdi yirmi biri yirmi beş geçeye dek telefondan arandıkları halde, Sadrazam Paşa Hazretleri'nin konaklarından yanıt alınamadı. Biraz sonra yine arayacağım. Yanıt alırsam derhal bildiririm. Alamazsam sabahı beklemek zaruri olacaktır, efendim.
İstanbul Telgraf Müdürü Tevfik
Beyler, ertesi günü, yani 5 Ekim 1919 tarihinde, Temsil Heyeti'ne çekilen imzasız telgrafın, yanıt olarak Sadrazam tarafından yazıldığı söylendi. Bunu doğrulayan resmi ve imzalı bir yazı olmamakla birlikte, biz böyle küçük bir nokta üzerinde daha çok durmayı yararlı ve gerekli görmedik. Sadrazam Paşa'ya yanıt yazmayı uygun bulduk. 5 Ekimde yazdığımız uzun karşılığın ana noktalarını özetleyeyim :
"Önerilerimizin tümünün benimsenip kabul edilmiş olduğu anlaşıldı." dedikten sonra, tarafımızdan söz verilmesi istenen noktalar üzerinde açıklamalar yaptık ve şunları söyledik : "Olağandışı ve yasasız durumları yaratan Ferit Paşa Kabinesi'ydi. Ferit Paşa Kabinesi'nce girişilmiş olan gayrı meşru iş ve hareketleri doğuran nedenlerin ortadan kaldırılması için tarafınızdan kesin önlemler alındığı takdirde, kendiliğinden yok olur. Derneğimizin bugünkü kabineye söz verip yardımlarda bulunabilmesi için önce, hükümetin ulusal örgütümüzü olumlu karşıladığını açık ve kesin bir dille belirtmesi gerekir. Aksi takdirde, karşılıklı güven ve içtenliğin varlığı kuşkulu kalacak ve birbiri ile zıtlaşan davranış ve girişimlerin ortaya çıkması olasılığı bulunacaktır."
Ali Rıza Paşa'nın imzasız telgrafında : "Ülkemizdeki meşrutiyet yönetimi gereğince, ulusal egemenliğin geçerli olduğu" noktasına da : "Gerçekten öyle ise de dağıtılmasından başlayarak Mebuslar Meclisi'nin dört ay içinde toplanması Anayasamızın açık hükümlerindenken bugüne dek seçmen kütükleri bile düzenlenmemiştir. Bu davranış, Ferit Paşa Kabinesi'nin açıktan açığa meşrutiyete bir darbesi ve Anayasa'ya kesin bir tecavüzü demektir; ceza yasasının ilgili maddesine göre bir cinayet sayılarak işleyenler hakkında yasa hükümlerinin tam olarak uygulanması, ulusal egemenliği benimseyecek ve yasa hükümlerinin yerine getirilmesini kendisi için yasal bir görev sayacak her meşru hükümetin ilk kutsal görevidir." karşılığında bulunduk. Ondan sonra şu önerileri ileri sürdük :
1- Ülkede sakinlik ve güven olduğunu ve ulusal davanın tümüyle haklı ve meşru bulunduğunu resmi bir bildiriyle ilan ederek ulusun tümünün birliğine hükümetin de katıldığını gösteriniz.
2- Düşmüş olan hükümetin haince hareketlerine alet olmuş bulunan birtakım yüksek dereceli memurlar vardır. Onları ilgili bulundukları mahkemeye veriniz. Ulusal Mücadele'ye karşı çıkan bazı Valiler hakkında devlet hizmetinde kullanılmamaları için gereken işlemi yapınız. Ulusal Mücadele'ye hizmet ettikleri için görevden alınmış olanları görevlerine iade ediniz.
3- Rütbelerinin iadesi Ulusal Meclis'in onayından geçmemiş bulunan ve tek çalıştırılma nedeni birtakım siyasal düşüncelerden ibaret bulunan emeklileri, derhal eski durumlarına döndürün mevkileri uzman ellere teslim ediniz.
4- Eski Nazırlardan Ali Kemal ve Adil Beyler ile Süleyman Şefik Paşa'nın Ulusal Meclis'in açılışında Yüce Divan'a verilmek üzere, hiçbir yere kaçmalarına meydan verilmemesini, Posta ve Telgraf Genel Müdürü Refik Halit Bey'in derhal tutuklanarak ilgili bulunduğu mahkemeye teslimini, yasanın dokunulmazlığı ve ulusal hakların kutsallığı adına isteriz.
5- Ulusal Mücadele'ye katılmış ya da Ulusal Mücadele'yi desteklemiş olanlar aleyhine başlanmış olan kovuşturma ve baskılara son veriniz.
6- Basını yabancı sansüründen kurtarınız.
İşte Beyler, özet olarak saydığım bu noktalarla ilgili görüş ve önerilerden sonra, telgrafımızı şöyle bitirdik : "Arz edilen noktalara ve ileri sürülen önerilere ulus için yeterli, açık ve uygun bir yanıt verilen zamana dek, ulusal amaçların gerçekleşmesi için ulusça alınmış olan eylemsel önlemlere, eskisi gibi devam zorunda kalınacağını, bütün illerden, bağımsız sancaklardan ve onlara bağlı yerlerden aldığımız kararlar üzerine tam bir kesinlikle arz ederiz. "
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal.

Beyler, İstanbul'la haberleşme biter bitmez, derhal şu genelgeyle durumu ülkeye bildirdim :
5.10.1919
Genelge
İstanbul Belediyesi'ne,
Basın'a
Sadrazam Paşa Hazretleri, Erzurum ve Sivas Kurultaylarındaki temel kararları ve ulusal örgütün amaçlarını doğal bulmakla birlikte, düşüncelerinde açıklanması gereken bazı noktalar görüldüğünden, hükümetle ulusun gerçek anlamda uzlaşmalarını sağlamak amacıyla ve bütün merkezlerin görüşlerinin özüne dayanılarak verilen yanıt ve ileri sürülen öneriler aynen aşağıdaki genelgeyle duyurulur. Gelecek yanıt ve ona göre alınacak kararlar derhal duyurulacaktır.

Ali Rıza Paşa Kabinesinde Sezilen Kararsızlık

Biz, kimi tavırlardan, Ali Rıza Paşa Kabinesi'nde bir çekingenlik, bu kabineyi oluşturan kişilerin de kafalarında bir bulanıklık sezer gibi olduk. Onun için bazı önlemler almayı uygun gördük. Aynı günde bir genelge yazdık. Bunda, hükümet ile ulus arasında görüş ve hedef birliğinin sağlandığı bir tebliğle bildirilinceye dek eskiden olduğu gibi resmi haberleşmenin kesilmiş bir durumda bulundurulması gereğini bildirdik. Bundan başka, her yandan gelen öneri ve görüşleri birleştirerek, bütün kolordu komutanlarına ve Ulusal Mücadele'ye yardımcı olan Valilere de 3 Ekim günü, bazı gizli bildirimlerde bulunduk. Yeni kabineyle ilk temasımıza ilişkin olan bu belgeleri, olduğu gibi yüksek heyetinizin gözleri önüne sermeyi, bundan sonraki haberleşme ve ilişkilerin kolaylıkla anlaşılabilmesi bakımından uygun görüyorum. İzin buyurur musunuz?
Şifre, Sivas, 3.10.1919
Bütün Kolordu Komutanlarına ve Ulusal Mücadele'ye Yardımcı olan Vali ve Vali Vekillerine
Aşağıdaki telgrafın Harbiye ve Dahiliye Nazırlarına çekilerek sonucun bildirilmesi rica olunur :
Dahiliye Nazırı'nın haince hareketlerine alet olarak halkı eylemsel olarak silahlandırmaya ve birbirini öldürtmeye kalkışan Konya Valisi Cemal, Elazığ Valisi Ali Galip ve Malatya Mutasarrıfı Halil Bey'lerin tutuklanarak Divan-ı Harp'e verilmeleri, Trabzon Valisi Galip, eski Kastamonu Valileri İbrahim ve Ali Rıza Bey'ler ile Ankara Valisi Muhittin Paşa'nın herhangi bir göreve getirilmemeleri; ulusun yasal haklarını çekemediklerinden, ulusal dava ve mücadeleye yardımlarından dolayı azledilen Sivas Valisi Reşit Paşa'nın eski görevine getirilmesi, eski Bitlis Valisi Mazhar Müfit ve eski Van Valisi Haydar Bey'lerin derhal boş illere atanarak görevlendirilmeleri istenmektedir.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal

Şifre, Sivas, 3.10.1919
Bütün Vali ve Kolordu Komutanları ile Bağımsız Mutasarrıflıklara Aşağıdaki örneğe uygun olarak Sadrazam'a müracaat buyurulması ve sonucun bildirilmesi rica olunur :
Müslüman halkı silahlandırmaya ve birbirini öldürtmeye kalkışan ve orduyu içten yıkarak sonunda yurdu savunmasız bırakmak için buyruk veren, ordunun sırlarını, şifreleri çalmak için eylemsel düzenlere girişmek suretiyle açığa vuran ve Anayasa hükümleri gereğince dokunulmazlığı bulunan ulusun özel haberleşmelerine engel olan eski Nazırlardan Ali Kemal Bey, Süleyman Şefik Paşa, Dahiliye Nazırı Adil Bey'in, Millet Meclisi açılınca, Yüce Divan'a verilmek üzere hiçbir yere kaçmalarına meydan verilmemesini ve Telgraf Genel Müdürü Refik Halit Bey'in aynı nedenlerle derhal tutuklanarak ilgili mahkemeye verilmesini yasanın dokunulmazlığı ve kutsallığı adına istemekteyiz.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal
Harbiye Nazırlığı'na geçen Cemal Paşa, elbette orduya resmi bir bildirim yapacaktı. İşte ona ilk yanıt olmak üzere kolordulara şu telgrafın verilmesini önerdik :
Şifre, 3'üncü, 20'nci, 12'nci, 15'inci, 13'üncü Kolordu Komutanlıklarına
20'nci Kolordu Komutanı Fuat Paşa'ya (ayrıca)
Konya'da Refet Bey'e (ayrıca)
Harbiye Nazırı Cemal Paşa'nın ilk bildirimine karşılık olmak üzere aşağıdaki telgrafın gizli olarak kendisine çekilmesi ve sonucun bildirilmesi rica olunur.
"Zâtıdevletlerizin, meşru Ulusal Mücadele'nin başlangıcından beri büyük bir kanaat ve inançla başında bulunduğunuzu bilmekteyiz. Harbiye Nazırlığı'na getirilmeniz sevinçle karşılanmıştır. Zâtıdevletlerinin başarıya ulaşması için bütün ordu ve bütün Kuvayı Milliye yardımcı olacaktır. Başarınızı tam olarak sağlayabilme bakımından aşağıdaki hususların olabilecek en kısa zamanda yerine getirilmesini rica ederiz :
a) Cevat Paşa ya da eski 1'inci Ordu Müfettişi Fevzi Paşa Genelkurmay Başkanlığına atanmalıdır.
b) Galatalı Albay Şevket Bey ya da Yusuf İzzet Paşa İstanbul'daki Kolordu Komutanlığı ve İstanbul Merkez Komutanlığı'na atanmalıdır. Yusuf İzzet Paşa, İstanbul Merkez Komutanı ve Galatalı Şevket Bey 25'inci Kolordu Komutanı biçiminde de olabilir.
c) Albay İsmet Bey'in Harbiye Nazırlığı Müsteşarlığı'na,
ç) Tümen Komutanı Yarbay Kemal Bey'in Emniyet Genel Müdürlüğü'ne atanmasına aracı olunmalıdır.
d) Ordu üzerinde kötü etki yapmış olan, Harbiye Nazırlığı'nı iş görmez ve değersiz bir duruma düşüren ve Ulusal Meclis'ten geçmeden eski rütbeleriyle göreve alıp kendilerine salt siyasal düşünceleri dolayısıyla iş verilmiş bulunan emeklilerin derhal görevlerine son verilerek, önemli ve duyarlı makamların güvenilir ellere teslim edilmesi gerekir.
e) 3'üncü Kolordu eski Komutanı Albay Refet Bey nedensiz olarak istifaya mecbur edildiğinden, bu işlemin düzeltilerek kendisinin, bugün bulunduğu Konya'da 12'nci Kolordu Komutanlığı'na atanması, Fuat Paşa'yla ilgili işlemin de düzeltilerek kendisinin 20'nci Kolordu Komutanlığı'nda bırakılmalı,
f) Fuat Paşa'nın yerine atanan Hamdi Paşa ve 12'nci Kolordu'ya atanan Sait Paşa derhal asıl görevlerine döndürülmelidirler.
g) İlk fırsatta müfettişliklerin yeniden kurularak, Doğu Anadolu'daki kolorduların 13'üncü Kolordu da dahil olduğu halde Kazım Karabekir Paşa'ya, Batı Anadolu'daki kolorduların İstanbul ve Edirne de dahil olduğu halde Ali Fuat Paşa'ya verilmesi ve şimdilik iki müfettişlikle yetinilmesi uygun görülmüştür.
Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal
Beyler, yeni sadrazamdan beklediğimiz yanıt sonunda geldi, şudur:
Çok ivedi, Sadrazzamlık, 4.10.1919
Sivas'ta Müdafaa-i Hukuk Derneği Delegelerine
İlgi : 2 ve 3 Ekim 1919

ALİ RIZA PAŞA KABİNESİ

Beyler, Ferit Paşa Kabinesi'nin düştüğünü ve Ali Rıza Paşa'nın kabine kurmak üzere görevlendirildiğini 2/3 Ekim 1919 tarihinde yazdığım bir genelgeyle bütün ulusa bildirdim. Bu genelgenin bir suretini de bilgi için yeni Sadrazama verdim.
2 Ekim günü, yeni kabine başkanıyla bağlantı kurmaya çalıştık. Ertesi günü Meclis-i Vükela'nın oturumunda Temsil Heyeti'yle görüşeceklerine söz verilmişti.
Arz ettiğim bu genelgedeki belli başlı noktalar şunlardı :
1) Yeni kabine, Erzurum ve Sivas Kurultayları'nda belirlenen ve saptanan ulusal örgüt ve hedefe saygılı olduğu takdirde, Kuvayı Milliye ona yardımcı olacaktır.
2) Yeni kabine, Ulusal Meclis'in toplanmasıyla eylemsel denetleme görevine başlanıncaya dek ulusun yazgısıyla ilgili herhangi bir taahhüde girmeyecektir.
3) Barış Konferansı'na atanacak temsilciler, ulusal davayı gerçekten kavramış ve ulusun güvenini kazanmış bilgili ve yetenekli kimselerden seçilecektir.
Bildiride, bu saydığım ilkelerin, yeni kabinece benimsenmesinin önerileceği açıklandıktan sonra bu konuda başkaca görüşleri varsa yarın öğleye kadar hemen bildirilmesi, isteğinde bulunuldu.
3 Ekim 1919 günü, Sadrazam Ali Rıza Paşa'ya yazdığım telgrafta : "Ulus, şimdiye dek işbaşına geçenlerin Anayasa'ya ve ulusal hedefe aykırı hareketlerinden üzüntü duydu. Bundan dolayı meşru olan haklarını tanıtmak ve yazgısını uzman ve güvenilir ellerde görmek hususunda kesin kararını verdi. Gereken sağlam girişimleri yaptı. Düzenli bir örgütü bulunan Kuvayı Milliye, ulusun kesin iradesini tam olarak gösterme ve kanıtlama erkini elde etti. Ulus, Padişahın güvenini kazanmış olan siz ile saygıdeğer arkadaşlarınızı zor durumda bırakmak istemez. Tersine yardımcı olmaya bütün içtenliğiyle hazırdır. Ancak Hükümet içinde, Ferit Paşa'yla birlikte çalışmış Nazırların bulunması, yüksek heyetinizin görüşleriyle ulusal hedefin birbiriyle ne dereceye kadar bağdaştığını, büyük bir açık yüreklilikle anlamak zorunluluğunu doğurmuştur. Ulusa tam bir güven gelmedikçe, atılmış olan kurtuluş adımının durdurulması ve yarım önlemlerle yetinilmesi uygun görülmemektedir. Bu bakımdan, şu hususların sizce benimsenip benimsenmeyeceğini kesin ve açık olarak anlamak isteriz." dedik ve genelge dolayısıyla belirttiğim üç esası saydık. Daha sonra,"Bu temel noktalarda uyuşma bulunduğu anlaşıldıktan sonra, olağandışı durumun giderilmesi için ikinci derecede bazı hususları da arz edeceğimizi bildirdik.
Ali Rıza Paşa, bugün, Saray'a ant içmek üzere gideceklerinden telgrafımıza yarın yanıt verileceği bildirildi.

FERİT PAŞANIN İSTİFASI

Beyler, ben, Asım Bey'e bu son cümleleri yazdırırken (2 Ekim 1919, saat 15.40'ta) araya imzasız şöyle bir telgraf girdi : "Paşa Hazretleri, İstanbul'daki yakın arkadaşlar söylediler. Bütün akşam gazeteleri yazıyormuş. Ferit Paşa sağlık durumu dolayısıyla istifa etmiş. Kabineyi kurmak üzere Tevfik Paşa görevlendirilmiş. Daha sabahtan söyleniyordu, ancak doğrulanmamıştı, şimdi doğrulandı efendim."
Bu telgrafı kim veriyor? Anlayınız, dedim. Sormaya zaman kalmadan telgraf şu biçimde sürdü :
"Biz, Ankara telgrafçıları, Paşa Hazretleri'nin huzurunda derin saygıyla eğiliriz ve yurdumuzun başına bir bela kabusu olan bu kabinenin devrilmesi için ulusun başına geçerek kazandığı başarıyı kutlarız. Lütfen söyleyiniz."
Telgraf haberleşmesi kesildi. Gerçekten de 2 Ekimde Ferit Paşa Kabinesi düşmüş bulunuyordu. Ancak yeni kabineyi kuran Tevfik Paşa değil Ayan'dan Birinci Ferik Ali Rıza Paşa idi.
Beyler, sırası gelmişken arz eyleyeyim. Bütün telgrafçılarımızın, girişimlerimiz ve Ulusal Mücadelemiz için yaptıkları fedakarca hizmetlerinin ulusal tarihimizde önemli bir yeri vardır. Kendilerine bugün açıkça teşekkür etmeyi bir borç sayarım.

İlk Bozkır Olayı ve İzmir Mutasarrıfının Karşı Koyması

Beyler, İstanbul Hükümeti'nce kolordu komutanı olarak Konya'ya gönderilen Sait Paşa'yı 30 Eylülde İstanbul'a geri gönderdik. Konya Valisi kaçak Cemal Bey'in kaçışından önce düzenlediği ilk Bozkır olayının önüne geçmek için, 20'nci Kolordu ve Niğde'de 11'inci Tümen aracılığıyla ve bunların yardımlarıyla gerekli önlemler alınarak, İstanbul'un, çıkmasını beklediği olayları önledik. Ereğli, Bolu, Adapazarı, İzmit dolaylarında kurulmasına çalışılan Kuvayı Milliye örgütü, Eylül ayının son günlerinde büyük bir duyarlık göstermeye başladı. O çevrelerdeki Kuvayı Milliye önderleri, kabinenin direnmesi durumunda İstanbul'a harekete hazır bulunduklarını bildiriyorlardı. Bu hususu, 28 Eylülde, bütün ülkeye ve doğal olarak İstanbul'a da bir genelgeyle bildirdik. Ancak, İzmit kentinde, 2 Ekim günü olumsuz denebilecek yeni bir durum karşısında kaldık. O tarihte İzmit mutasarrıfı, Suat Bey adında bir kişiydi. Kendisini telgraf başına çağırdık. Son günlerde yapılan bildirimlerin tümünün alınıp gereklerinin yerine getirilip getirilmediğini sordum. Mutasarrıf Bey, yaptığı açıklamada diyordu ki : "Yapılan bildirimleri aldım. Anlaşmazlık ve karışıklık olmaması için halkı serbest bırakarak dinlemeyi en doğru hareket saydım. Olumsuz söylentiler vardır. Temsil Heyeti'nden açıklama istemek ve özellikle amacın İttihat Hükümeti'ni önceki biçimiyle yeniden diriltmek olup olmadığını kesin olarak anlamak kararındadırlar. Ben en yansız bir kimse olarak huzur ve güvenliği koruma görevini yüklenmiş bulunuyorum. Her kim ve her ne için olursa olsun, sonucu bilinmeyen bir serüvenle başkalarını sürüklemeyi doğru bulmam. Önlemli ve sakınımlı hareket etme yanlısı olduğumu bütün deneyimlerime dayanarak arz ederim.
Verdiğim yanıt aynen şuydu :
Sivas, 2.10.1919
Suat Bey'e
İzmit'te en küçük bir anlaşmazlık ve karışıklığa meydan vermemek asıl görevimiz olduğu gibi, tarafımızdan da özellikle rica edilmiş bir husustur. Ulusal örgüt ve mücadelemizin meşru amacını ve niteliğini gerek size gerek İzmit'teki birçok kimseye ve bütün dünyaya karşı yazmış ve yazmakta bulunduğumuz bildiri ve açıklamalarla, en kinci düşmanlarımıza bile anlatmış olduğumuza kuşkumuz kalmamıştır. Artık ayak takımının dedikodusundan öteye bir değeri olmayan söylentilerin, karar verme konusunda etkili olabileceğine olanak vermiyoruz. Bundan başka, halkın açıklanmasını istediği noktalar var idiyse bunlar neden derhal bize sorulup çözüme kavuşturulmamış bulunuyor. Siz, yansız olarak kalmayı tercih buyuruyorsunuz. Oysa tuttuğunuz yol kesinlikle yansızlık yolu olamaz. Çünkü siz ulusun meşru mücadelesine karşı yansızlık iddiasında bulunduğunuz halde, haince davranışlarıyla yasadışı ve aslında yok hükmünde olan Ferit Paşa Kabinesi'nin memurluğunu yapmakla meşgulsünüz. İttihatçılığın diriltilmesiyle uğraşacak kısır görüşlülerden olmadığımı siz pek güzel anlayabilirsiniz. Size en temiz duygularla ve ancak bütün kesinliğiyle şunu arz ederim ki siz artık Ferit Paşa Kabinesi'ne güven duymuyorsanız bunu Dahiliye Nazırlığı'na resmen bildirmelisiniz. Ulusun hüküm ve isteklerine aykırı olarak Ferit Paşa Kabinesi'ne güveniniz varsa İzmit'in sayın halkını meşru olan ulusal mücadelesinde serbest bırakmak üzere derhal yerinizi terk ile İstanbul'a hareket edin. Bu iki noktadan herhangi birine uymamanız durumunda karşılaşabileceğiniz durumun neden ve sorumlusunun yine siz olmuş bulunacağını pek samimi olarak bildirmeyi vicdani bir görev sayarım.
Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal
Mutasarrıf Bey'in, "Kulunuzu sakinlikle dinleyiniz efendim, iyi ifade edemedim. Amacınızın yüceliğinden ve meşruluğundan zaten söz edilemez." cümleleriyle başlayan yanıtında yazılan satırlar, bizi yarınki cuma namazına dek kendi halimize bırakınız. Ferit Paşa'ya kim bilir kaç kez kalemle hücum eden beni ne kadar kötü gözle görüyorsunuz efendim." cümleleriyle son buluyordu.
Bunun üzerine, ertesi günkü cuma namazına dek bekleyeceğimizi bildirmek üzere yazdırdığım telgrafa şu iki cümleyi ekledim : "Sizi kötü gözle gördüğüm biçimindeki sanı doğru değildir. Çünkü vicdanımız sızlamadan verebileceğimiz hükümler, ancak eylemsel sonuçlara bağlıdır, efendim."
O tarihte, İzmit'te, Albay Asım Bey adında bir kişi tümen komutanı olarak bulunuyordu. Asım Bey'e de bir iki günden beri, telgraf başında bildirimde bulunulmuştu. Ancak hiçbir yanıt alınamıyordu. Onu da 2 Ekim günü makine başına çağırdım ve konuştum. Kendisine : "Kabinenin düşeceği ve belki de düşmüş olması kesindir. Bu bakımdan ulusun azim ve iradesi her türlü kararsızlığın üstünde bir güce sahiptir." dedikten sonra kesin düşünce kararını beklemekte olduğumu söyledim.
Tümen Komutanı Asım Bey'in uzun özür dilemeler ve görüş bildirmelerle dolu yanıtından çıkan elle tutulur anlam, şimdiye dek yanıt vermeyişinin nedeninin İstanbul'daki Kolordu Komutanı'ndan sorduğu sorulara yanıt alamamış olmasından ileri geldiği ve yarınki cuma namazında karar alınacağı cümleleriyle özetlenebilir. Bazı öğüt ve teşvikleri içine alan yanıtımızda başlıca şunları söyledim : " Ferit Paşa'nın yarına dek çekilmesi pek olasıdır. Bu takdirde, yarınki toplantınız sonunda Zâtışâhâne'ye ve kesinleştiği takdirde yeni hükümet başkanına, kabinenin ulusal hedefi tam olarak benimsemiş yansız kimselerden kurulmasının istirham edilmesini ve bunun beklendiğinin arz edilmesini sağlayınız. Bir de yurdumuzu ve ulusal bağımsızlığımızı kurtarmak için kurulacak yeni kabineyle işbirliği durumunda daha pek çok çalışmaya ihtiyacımız olduğundan tam bir sakinlik içinde, Temsil Heyeti kararıyla arz ettiğim hususları göz önünde bulundurarak örgütlenmeye devam buyurulmasını rica ederim."

Trabzon'dan Gelen Öneri

Rahmetli Kerim Paşa'nın Fuat Paşa'ya yolladığı ilk telgrafında, İstanbul'daki yüksek mevkili kişilerin mücadele önderleriyle belli bir yerde buluşup konuşmalarından söz edildiğini görmüştük. Bunun benzeri, ancak tersine yani Anadolu'dan İstanbul'a gitme yolunda bir öneri de, bundan daha önce Trabzon'dan çıkmıştı. İzin buyurursanız bunu biraz açıklayayım :
Trabzon Valisi Galip Bey, 18/19 Eylül tarihlerinde denetleme göreviyle Ardasa'da bulunuyordu. Kazım Karabekir Paşa'nın Ardasa'ya gidip Vali'yle görüşmesi kriz konusuydu. Bu konu üzerinde 19 Eylülde telgraf başında Kazım Karabekir Paşa'yla görüştük. Nedeni Trabzon'dan aldığım 18 Eylül tarihli bir telgraftı. Kendisine olduğu gibi verdiğim bu telgrafta : "Ulusal çıkarları bozan altı maddeyi kabul etmiyoruz (Bu altı madde İstanbul'la ilişki kesme konusundaki buyruktur). Arz edeceklerimizin Zâtışâhâne'ye ulaştırılması da oraya gönderilecek bir heyetle sağlanabilir kanısındayız." denilmekteydi. Kazım Karabekir Paşa, makine başında Trabzon Valisi'yle görüşmüş, özetini bildirdi. Vali soru biçiminde birtakım görüşler ileri sürmüş. Karabekir Paşa uygun karşılıklar vermiş. Vali, en sonunda : "İstanbul'a bir heyet gönderilerek durumun Padişaha arz edilmesini ve bu heyetle birlikte kendisinin gitmesini önermişse de, artık bizim çeşitli yollarla konuyu arz etmeye bir çare düşünmüş olmamız dolayısıyla, bu düşüncesinden caymıştır. Böyle bir heyetin gitmesi ve buna sarayın durumunu iyi bilen Gümüşhane temsilcisi Zeki Bey'in de katılması önerilmektedir." denilmekteydi.
Tuhaftır ki, iki gün sonra, yani 21 Eylül 1919'da, Torul'daki Yarbay Halit Bey'in gönderdiği bir şifrede de bu heyet konusundan söz ediliyordu. Fazlasıyla kuşkuya düşen Padişahı yabancıların ve Ferit Paşa'nın kucağına atmamak için İstanbul'a gizlice bir heyet gönderilmesinin uygun olacağı, bu heyete Servet ve Zeki Beyler de temsilci olarak alınırsa kendilerinin sevinerek kabul edecekleri, Zeki Bey'in ağzından bildiriliyordu. Halit Bey'e 22 Eylül'de verdiğim yanıtta Zeki ve Servet Beyler'in de içinde bulunacağı bir heyetin İstanbul'a gönderilmesinin uygun olmadığını bildirdim. 24/25 Eylül tarihinde Halit Bey' den aldığım bir telgrafta, "Trabzon'daki muhalefetin başı durumunda olan Trabzon Valisi Galip Bey'i, kolordunun ve Erzurum Valisi'nin davetini kabul edip Erzurum'a gitmediğinden, mecburiyet karşısında ve silahlı korumayla bu gece (24/25 Eylül) Erzurum'a gönderdim." deniliyordu.
Beyler, tuhaf bir rastlantı değil midir ki rahmetli Kerim Paşa'nın ilk aracılık telgrafı, Trabzon Valisi'nin tutuklandığı gecenin ertesi günü, Trabzon'da, Vali, Zeki ve Servet Bey'lerle, bunların aldatması üzerine bazı kimselerin İstanbul'la ilişki kesme konusundaki girişimlerinin ve İstanbul'a bir gizli heyet olarak gitme planlarının başarısızlığa uğratılmasının gerçekleştiği bir günde, yani 25 Eylül günü çekiliyor ve bizi ancak 27/28 Eylül gecesi aramak gereği duyuluyor. Yazışmaların biçiminden anlaşıldığına göre, Erzurum'a giden Vali Galip Bey, Kazım Karabekir Paşa'ya, yeniden İstanbul'a bir heyet aracılığıyla başvurmaktan söz etmiştir. Bununla ilgili olarak, Paşa'nın 27 Eylül tarihli bir "olur" isteme telgrafını alıyoruz. Buna 28 Eylülde karşılık olarak çekilen telgrafta, Kerim Paşa'yla yapılan görüşmemin özeti verildikten sonra, "Söz konusu başvurunun gerekli görülüp görülmediğinin bildirilmesini rica ederiz. Gerekli görüldüğü takdirde, Trabzon Valisi'nin, Ulusal Mücadele'mize karşı gelme konusunda Dahiliye Nazırı Adil Bey'den hiçbir farkı olmadığından, kendisinin asil Ulusal Mücadele'mize hiçbir biçimde karışmasına izin buyurulmaması" karşılığı veriliyor. Kazım Karabekir Paşa'nın 30 Eylülde verdiği karşılıkta : " Trabzon Valisi'nin bu gibi işlere karıştırılmaması konusundaki düşüncemizin yerinde olduğu kabul edildikten sonra, "Trabzon'un durumunda çoktandır beklenen düzelme gerçekleşti." deniliyordu.
Beyler, son olarak sunduğum bilgilerle bir gerçek üzerinde daha düşünceleri aydınlatmak isterim. Trabzon Valisi Galip Bey ile Zeki Bey, saray ve Ferit Paşa ile ilişki içindeydiler. Bir heyet halinde İstanbul'a gitmekten amaçları, ulusal hedefe hizmet etmek değil, orada gerekenleri aydınlatarak ve bazı önlemler önererek yeni talimat almak gibi bir amaca dayandığına bence kuşku yoktur. Nitekim, Zeki Bey daha sonra İstanbul'a gidince, arkasından gerektiği kadar para ve cephane göndermeye söz verilerek ve özel bir talimatla Trabzon ve Gümüşhane dolaylarında örgütler kurmak üzere gönderilmiştir. Kendisini İnebolu'da tutuklatıp Ankara'ya getirtmiştim. Bana, bu söylediklerinin hepsini itiraf etti. Yalnız, sözde İstanbul'u aldattığını, alacağı para ve silahları bize teslim etmek niyetinde bulunduğunu söyledi. Buna o gün ve üstelik bugün bile inanacak saf kimseler bulunabilir mi? Bununla birlikte, ben bu kişiyi, Erzurum Kurultayı'ndaki ilişkinin anısına saygı duyarak, yalnız gerekli uyan ve öğütlerde bulunmakla yetinmiş ve serbest bırakmıştım.

Ferit Paşa Kabinesi Çekilmelidir

Sözü ben sürdürdüm ve : " Kerim Paşa Hazretleri, meşru çalışmalarımızın ve ulusal tepkilerimizin artık daha fazla kötüye yorulmasına ve düzeltilmeye muhtaç görülmesine; hele bu düzeltme ve değiştirmeler içinde, suçluluğu ve hainliği ortaya çıkmış bir kabine üyelerinin meşru olmayan savunmalarının esas alındığını görmeye tahammülümüz yoktur. Biz, son durumu açıklayarak ulusun kesin isteğini arz ettik. Bilmem yinelenmesi gerekli midir? Siz sonuçlandırılması gerekli bu ulusal isteğe karşı, Ferit Paşa Kabinesi'nin, devletin en yüksek Sadrazamlık mevkiini hâlâ kirletmesine aracılık etmek istiyorsanız bu çabanız hiçbir yararlı sonuç veremeyeceği gibi siz kardeşimiz hakkındaki eski kardeşlik duygularımızın da sarsılmasına yol açacağından kaygılanırım. Şimdi, Ferit Paşa, bir an bile yitirmeden konumunu bir namuslu kimseye bırakacaksa ve buna siz de inanıyorsanız, çözüm bekleyen hiçbir zorluk kalmamış demektir. Aksi takdirde aracılığınız, kalbinizin kırılmasından ve boşu boşuna yorgunluktan başka bir sonuç vermeyecektir. Ferit Paşa, konumunu korumayı sürdürürse kendisinin çok acı bir sonla karşılaşmasına yol açacaktır. En son ve en kesin söz şudur : Amacımız bu sarsılmaz gerçeği Padişahın bilgisine sunmaktır. Siz, ancak bu asil görevi yerine getirerek bugün yurt ve ulusun sizden beklediği dinsel ve ulusal görevi yapmış olursunuz."
Kerim Paşa, "Sözü uzatmamak elbette asıl amaçtır." diye başlayarak sözü gereğinden çok uzattı. Bu uzun sözler şu cümleyle son buldu : "Burada yurt için yaptığım şu girişim elbette Allah ve ulus katında bütün asilliğiyle bezenmiş olarak kalır ve işin gerçek sahibi olan her şeye kadir ulu Tanrı, ulus ve yurdun kurtuluşunu sağlayacak esasları orada bulunanlara böylece bağlayarak tamamlar. Ulu Tanrı zorlukları çözücüdür. Değerli gözlerinizden öperim. "
Yeniden yanıt verme sırası bana gece yarısından sonra saat 4.30'da geldi. Kerim Paşa'nın değindiği noktaları karşılıksız bırakamazdım. Ben de uzun düşünceler ileri sürdüm ve sonunda : "Öyleyse, dedim, bizim ve sizin gibi onur sahibi ve yurtsever kimselerin yapacakları girişimin amacı ne olmak gerekir? Yönetiminin her dakikasından ulus için, gelecekteki kaderimiz için, yeni bir felaket yolu hazırlamaktan başka bir sonuç beklenmeyen Ferit Paşa ile ulusun arasını bulmak olanaksızlığıyla uğraşmak mı, yoksa bir an önce bu meşru olmayan kabinenin yerine ulus ve ülkenin ihtiyaçlarına yanıt verebilecek nitelikte yeni bir heyetin devlet işlerini üzerine alması gereğini Padişaha bildirmek üzere yol aramak mıdır? Lütfedip bu iki noktadan biri için evet ya da hayır biçiminde yanıt verirseniz, Tanrı ve ulus katında bütün asilliğiyle değerli kalacağına kuşku olmayan bu asil girişiminizin bizlerle ilgili yönünü tamamlamış olursunuz."
Kerim Paşa, istediğimiz kısa yanıta yine uzun bir yanıt verdi. Ancak bu uzun sözler arasında, bazı cümlelerle, bize padişahın aldatılmış olmayıp her şeyi bildiğini anlatıyordu. Kerim Paşa'nın bazı cümlelerinde şu sözler vardı : "Yüce Padişahlık katı kesin karar ve çözüm makamı olup meşru bir devlette bu yüksek makam, bütün ulus bireylerinin yöneleceği mihraptır. Anadolu'nun bütün dileklerinin Halife Hazretleri'ne duyurulduğu hakkında bana bilgi vermişlerdir. Öyleyse, ulus işlerinin yöneleceği ve dileklerinin kabul edileceği yüksek bir makam olan Padişahımız Efendimiz her şeyi bilmektedir."
Kerim Paşa, kendisine özgü cümlelerle devam ettiği görüşlerine şöylece son verdi : "Ulu Tanrı, nice yüksek nedenler yaratarak ve telkin ederek bu çözülmesi güç düğümü bütünüyle çözecektir. Elbette ki Tanrı'nın buyruğu güzeldir ve yakındır. Tanrı'nın eli bütün ellerden üstündür. Geleceğimiz, Tanrı'nın lütfuyla ulusça layık olduğumuz yücelikte uğurlu ve iyi olacaktır. İşte Kerim' in inancı budur aziz ruhum."
Bu kez Beyler, gece yarısından sonra saat 6.10'a gelmiş olmasına rağmen, üçüncü evrenin açılmasına ben neden oldum. Rahmetli Kerim Paşa'nın pek hoşlandığını bildiğim bir söylemle "Büyük Hazret" diye söze başladım :
"Ümmetin ve ulusun yüce mihrabı olduğu içindir ki ulusun dileklerini bildirme yolunu bulma girişiminden geri durmadık. Yalnız, sizi büyük bir yanlışlıktan kurtarmak amacıyla arz edelim ki Anadolu'nun bütün dileklerinin Halifeye duyurulduğu hususundaki sözlere, ulusun daha, kesin bir güveni yoktur. Çünkü, ulus bilmektedir ki Padişah, hainlikleri ortaya çıkmış birkaç kişiyi ulusa tercih buyurmazlar."
Kerim Paşa'nın değinmiş olduğu noktalara yanıt verirken şunları da söyledim : "Pek güzel ve yakın olan Tanrı buyruğunun yerine gelmesiyle bahtsız ve zalimliğe uğramış asil ulusumuzun kurtuluşa ve huzura kavuşmasını yüce Tanrı'nın denizler kadar engin olan koruyuculuğundan umutla diler ve ufukları hep inatçı bir dumanla sarılı olan İstanbul'daki bazı kimselerin gerçeği görmemek için aşağılıkça direnen duygularının eriyip kaybolmasını bekleriz. Ulusun asil ruhu da işte böylesine duygularla doludur. Yalnız yinelememe izninizi rica ederim ki evet ya da hayır biçiminde karşılık verilmesini istirham ettiğimiz sorular ne yazık ki karşılıksız bırakılmıştır. Azizim, Tanrı'nın eli bütün ellerden üstündür. Ancak bununla birlikte güçlükleri yenmeye ve sorunları çözmeye girişenlerin kesinleşmiş bir hedefi olmak gerekti. Ulus, Tanrı'nın buyruğunu yerine getirecektir ve buyurduğunuz gibi ulusça elde edeceklerimiz iyi ve uğurlu olacaktır. Lütufkar dualarınızın eksik edilmemesini rica ederim. Çaba bizden, yardım ve kolaylık ölümsüz Tanrı'dandır."
Mustafa Kemal

Artık Kerim Paşa'nın yorulduğu anlaşılıyordu. "Son iki sözüm ruhum." diyerek ulusal davanın ilkelerini üstün tutmak ve korumak koşuluyla, içten gelen dileklerin sayılıp döküldüğünü ve Tanrı'nın eli yüce ayetinin, Tanrı tarafından iyilikle kabul buyurulması için kullanılmış olduğunu söyledikten sonra "Allaha ısmarladık. Yine görüşeceğiz." diyerek çekilmek istedi. Bırakmadık!
Son sözü biz söylemek istedik ve dedik ki : "Kardeşimizin hatrında kalsın diye son bir cümle arz ediyorum : Ulus güçlü, her şeyi kavramış ve tuttuğu yolda kesin kararlıdır. Ulusal Mücadele hızlı bir gelişme izlemektedir. Yüce ve şevketli Padişahımız Efendimiz'in lütuflarının ve sevgilerinin bir belirtisi olmak üzere karar vermelerinin ve soruna çözüm getirmelerinin zamanıdır."
Beyler, bundan sonra Ferit Paşa Kabinesi ancak üç gün dayanabilmiştir.
Kendisiyle görüşemediğim dostum rahmetli Kerim Paşa'nın bazı kimselere söylediğine göre, bu görüşmemizi olduğu gibi Padişah'a göstermeyi başarmış ve bunun üzerine direnme gücü kırılmış.
Kerim Paşa'nın Kara Vasıf Bey'e yazmış olduğu 8 Kasım 1919 tarihli mektubunda da buna işaret edilmiştir. Rahmetlinin bu mektubunda şu satırlar vardır : "Eski Sadrazam en son yapılan görüşme, bunun yol açtığı sürekli etki ve ciddi tartışılar sonunda, çekilmek gerektiğine inanarak ve bütün direnme gücü kaybolarak istifasını sundu... İşte sessiz sedasız, yurt için çalışan ve tek başına benim tertemiz çabasıyla başarılan büyük olay budur.
Dikkate almak gerekir ki bu yazıları ben yazmıştım. Eski Sadrazam ile Padişahımız Efendimiz Hazretleri, bütün bu görüşmelerin sonuçlarını öğrendikten sonra, dayandıkları sağlam temeller karşısında kararlarını vermişlerdir. Yapılan girişimin ve yazılan yazıların ne dereceye kadar önemli noktaları içine aldığı ve nasıl bir dürüst vicdan ve keskin görüşle, yaşanan gerçeklerin kağıda geçirildiği, elbette Tanrı katında ve ulusun tarihsel değerlendirmesine asillikle bezenmiş bir değer olarak kalacaktır. .
Beni, bütün bunları sayıp dökmeye yönelten gerekçeler, geride kalmış olayları gerçek yüzleriyle ortaya koymaktır. Rahmetli Kerim Paşa mektubunun sonunda, "Bu kağıdımın bir kopyasını Temsil Heyeti'ne göndermek lütfunu esirgemezseniz büyük gerçeklerin tam olarak ve birlikte yayınlanmasına yardım etmiş olursunuz." demiş. Oysa bana mektubun kopyası değil aslı gönderilmişti. Bu mektubu da yayınlanacak belgeler arasına koyacağım.
Beyler, bu görüşmenin yapıldığı gecenin ertesinde, yani 28 Eylül günü, görüşme özeti bütün kolordulara şifreyle bildirildi.

Abdulkerim Paşa'nın Aracılıkları

Beyler, Eylülün 25'inci günü akşamı, Ankara'da bulunan Kolordu Komutan Vekili Mahmut Bey'den aldığım bir şifreli telgrafta şunlar bildiriliyordu :
Bu gece İstanbul telgrafhanesinden Fuat Paşa'yı telgraf başına istediler. Dahiliye Nazırlığı'nın valilik şifresiyle bir şifre yazdırdılar. Bunun özeti : Yurdun kurtulması yalnız Padişahın bildirisindeki en doğru yol göstermelere uygun hareket etmekle kolaylaşacaktır. Ulusal Mücadele, uygarlık dünyasına iğrenç hedefler gibi yansıtıldı. Hükümet ile ulus arasındaki ayrılık yabancıların işe karışmasına yol açacaktır. Konferans, bizim hakkımızda karar verirken bu anlaşmazlık iyilik ve kurtuluş belirtisi olmayacaktır. Sonuç olarak, hareketin önderleriyle görüşmek üzere, sizlerle, bildirilecek yerde buluşma bir oldu bitti biçimine sokularak, zamanın darlığı dolayısıyla hemen yanıt beklenmektedir. Görüş ayrılıklarına saygılı davranılacağını, kişiye ve onura dokunulmayacağını abartmalı bir şekilde ekliyor. Telgrafı yazan kişi, Genelkurmay Tuğgenerallerinden Abdülkerim Paşa'dır. Bu telgrafa Ticaret ve Ziraat Nazırı Hadi Paşa aracılığıyla ve aynı şifreyle yanıt beklemektedir. Adı geçenin, böyle bir hileye başvurarak, müracaatın bizden geldiğini ilan etme ve yayma amacı güttüğü anlaşılıyor. Telgraf başında beklediklerinden bir an önce, kabul edilip edilmeyeceğiyle ne yanıt verileceğinin bildirilmesi istenmektedir. (Ali Fuat Paşa Hazretleri'ne de yazılmıştır.)
Mahmut Bey'e aynı gün saat 19.00'dan sonra makine başında verdiğim telgrafta şunları bildirdim : "Kerim ve Hadi Paşa'lara, Fuat Paşa'nın Ankara'da olmadığını ve meşgul bulunduğunu, ancak görüşmek istedikleri takdirde, Sivas'ta bulunan Temsil Heyeti ve bu Heyet içinde bulunan Mustafa Kemal Paşa'yla istedikleri biçimde görüşmenin olanaklı olduğunu bildirirsiniz, (onlar görüşme isteğindeyseler) diye kaydettirirken dikkatli bulunmak gerekir."
Mahmut Bey, Kerim Paşa'nın Ankara'ya çektiği telgrafı aynen bize de yazdı. İçindekiler aşağı yukarı Mahmut Bey'in özetledikleriydi.
Beyler, İstanbul Hükümeti'yle haberleşmeyi kesişimizin on beşinci günündeyiz. Ulusal karara karşı muhalif duruma geçen bazı yerler, ister istemez ulusal akıma uymaya mecbur edildi. İstanbul'a, her gün bütün ülkeden, hükümetin düşürülmesi isteğiyle ilgili telgraflar yağdırılmaya başladı. İtilaf Devletleri'nin Anadolu da dolaşan subay ve memurları, her yerde açıktan açığa, Ulusal Mücadele'ye karşı yansız olduklarını ve ülkenin iç durumuna karışmadıklarını söylemeye başladılar. Bu durum karşısında, Padişah ve Ferit Paşa'nın, artık Ulusal Mücadele önderleriyle uzlaşmaktan başka çıkar yol kalmadığını hesaba katarak ancak, herhalde mevkilerini de korumak koşuluyla, bir uzlaşma yolu olabilecek olanaklar araştırmaya başladıkları kanısına varmak yanlış olmaz inancındayım.
Beyler, adı geçen rahmetli Abdülkerim Paşa, benim çok eski bir arkadaşımdı. Pek namuslu, gayretli, temiz kalpli bir yurtseverdi. Selanik'te, ben Kolağası o Binbaşı olarak aynı büroda çalışmış, yıllarca özel arkadaşlık etmiştik. Rahmetlinin tavır ve durumundan bir tarikata bağlı olduğu anlaşılıyordu. Bazı tekkelere devam ettiği de görülmüştür. Ancak herhangi bir şeyhe bağlılığını bilen yoktur. Çünkü kendisini inançları ve vicdani değerlendirmelerinde taşıdığı manevi derece bakımından Hazret-i Evvel, Büyük hazret olarak kabul eder, kendi dostluk çevresi içinde yer alanlara, kendince, karşısındakinde gördüğü yeteneğe uygun hazret, kutup gibi makamlar verirdi. Bana "Kutbu'l-Akdab" derdi. Şimdi açıklayacağım görüşmemizde de bu noktalara rastlayacağız. Kerim Paşa'nın, kendine özgü bir konuşma ve yazma biçimi vardı. Kerim Paşa, çok samimi ve zamanında kendisine büyük ün kazandıran yüksek bir söz söyleme gücüyle konuşur ve öyle yazardı. Kendisinde, inandırma güç ve erki olduğu da sanılır ve öyle kabul edilirdi. Bizim Selanik'te bulunduğumuz sıralarda, orada Ordu Komutanlığı ve Ordu Müfettişliğiyle bulunmuş olan Hadi Paşa, Kerim Paşa'yı açıkladığım niteliklerle dostlar arasında sayılır ve sevilir bir kimse olarak tanımıştı. İşte Ferit Paşa'nın kabine arkadaşı Hadi Paşa, sıkışmış olan Padişah'ın ve Ferit Paşa'nın pek elverişli bir yolla imdadına yetişmek istiyordu. Kerim Paşa, Ali Fuat Paşa'yı da Selanik'ten tanıyordu.
Beyler, 27/28 Eylül 1919 gecesi, gece yarısına bir saat kala telgraf başında, Kerim Paşa'yla karşı karşıya geldik. İki taraf birbirini şu sözlerle tanıdı :
Sivas- Mustafa Kemal Paşa telgraf başındadır. Kerim Paşa'ya söyleyiniz, buyursunlar diyorlar.
İstanbul- Siz, Mustafa Kemal Paşa Hazretleri misiniz, ruhum?
Ben- Evet, sayın Kerim Paşa Hazretleri, dedikten sonra :
Kerim Paşa- "Sivas'ta Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne" adresini yazdırdı ve "Paşa'ya söyleyiniz anlar; Hazret-i Evvel karşınızdadır." sözlerini bir çeşit parola gibi ekledi. Kerim Paşa : "Sizin sağlığınız iyidir inşallah kardeşim." diye başladı.
Kerim Paşa'nın İstanbul Hükümeti'nce kalbinin temizliğinden ve ahlakının güzelliğinden yararlanılarak nasıl aldatıldığını anlamak için sözlerinin başlangıcını kendisine olduğu gibi yineleteceğim. Rahmetli Kerim Paşa şöyle sürdürdü :
"Yurdun iyiliği için büyük yurtsever kardeşimle ve sayın temsilci kardeşlerimle görüşmek isterim. Ayağınız toprağına ulaştırılmak üzere Ali Fuat Paşa aracılığıyla bir telgraf göndermiştim. İşte, sizin eline ulaşan o telgraftaki esaslar üzerinde inşallah sevindirici bir çözüm buluruz. Ülkenin geçirmekte olduğu nazik ve pek önemli karışık devreyi Allah'ın lütfuyla kolayca aydınlığa çıkartırız. Bunun için de Allah'ın keremi ve nurdan yaratılmış kurtarıcı emellerinizin gönül mürşidiyle bu konuda önemli şeyler konuşarak, yurt için olan dileklerimizi birleştirelim değil mi? Pek anlayışlı ve tedbirli kardeşim! Ne buyurursunuz, ruhum? Yere batasıca kötü niyetlilerin bu güzel ülkemiz üzerindeki iftiralarına ve açıktan açığa kötülük yapmalarına engel olalım, onları umutlarının pusularında kötürüm ve cansız olarak bırakalım, Yalnız hükümetle ulusun sırf yurdun kurtuluşuyla ilgili hizmetlerini ve işlerini birleştirelim. Çünkü ortak ve yüce hedef aslında hep birdir. Yurt düşüncesiyle gösterilen bunca asil tepkilerin, uygarlık dünyası karşında aziz topraklarımızın korunmasıyla ilgili en büyük yurtseverlik olduğunu bir kere daha belirtmek üzere içinde bulunduğumuz durumun güçlüklerini yok edelim ve buna bir çare bulmak için de bu aziz kardeşiniz ile görüşmeye başlayalım, bekliyorum kardeşim. Bu girişimim hakkında, hükümetin geniş ölçüde iyi niyet gösterdiğini eklerim, ruhum!"
Beyler, Kerim Paşa'yla 27/28 Eylül, gece yarısından önce saat 23.00'te başlayan bu görüşmemiz, sabah saat 07.30'a kadar tam sekiz buçuk saat sürdü. Üç ana noktaya ayrılabilen bu görüşmemiz, yazıda esercedit denilen büyük tabaka kağıtlardan yirmi beş sayfayı doldurdu. Bunların hepsini burada okuyarak sabrınızı kötüye kullanmaktan korkarım. Rahmetli Kerim Paşa'nın, sağlam görüşlere ve kendi inancına ters düşmesine karşın ne yazık ki güçlü bir mantığa da dayanmayan bu tatlı sözlerinin ve tantanalı cümlelerinin okunup dinlenebilmesi için yayınlayacağım belgeler arasında bu konuşmaya da olduğu gibi yer vereceğim. Yalnız, bu görüşmede her iki tarafın güttükleri hedef ve dayandıkları temel noktalara ilişkin, özellikle sonucu bakımından, kısa bir fikir verebilmek için izin buyurursanız bu noktaların her birine bir parça değineceğim.
Kerim Paşa'nın bilginize sunduğum ilk telgrafına karşılık verirken biraz da onun tarz ve üslubuna uymuş olduğum görülecektir.
Yanıtımda, ben de böyle başladım :
"Kerim Paşa Hazretleri'ne "Kutbü'l Akdâb" deyiniz, anlar." diye başladıktan sonra "Şimdi yanıt veriyorum." dedim.
"Pek sayın ve temiz kalpli kardeşim Abdülkerim Paşa Hazretleri'ne. Tanrı'ya şükürler olsun, sağlığım yerindedir. Büyük ve soylu ulusumuzun meşru haklarının bilincine varmış, onu korumaya ve savunmaya bütün varlığıyla girişmiş olduğunu görmekle pek mutluyum. Karşılıklı görüş belirtmek hususunda gösterilen isteğe içten gelerek teşekkür ederiz. Fuat Paşa aracılığıyla çekilmiş olan telgrafın içindekileri öğrenmiş bulunuyoruz. Dayanak noktası olarak kabul buyurulan bildiride ileri sürülen hususların, Ferit Paşa ve arkadaşlarına karşı yöneltilmiş bir haykırış ve çıkışma olduğu azıcık bir düşünme ve incelemeyle anlaşılacak açıklıktadır. Padişahın yüreğini derin üzüntülere boğan durum ve davranışlar, ulusumuzca değil Ferit Paşa, Dahiliye Nazırı Adil Bey Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa ve bunların çalışma arkadaşları olan Harput Valisi Ali Galip Bey, Ankara Valisi Muhittin Paşa, Trabzon Valisi Galip Bey, Kastamonu Valisi Ali Rıza Bey ve Konya Valisi Cemal Bey'ce işlenen kötülüklerle ortaya konmuştur.
Malatya'daki ihanet girişimi, Çorum'daki haince düzen, Konya'daki kanlı girişim içyüzleriyle bilginize ulaşmış değilse sizi bir çözüm başlangıcı olarak düşündüğünüz noktadaki isabetsizlikten dolayı mazur görürüz. Yabancıların görüşlerinin lehimize döndüğü tümüyle doğrudur. Ancak bu dönüş, hiçbir zaman Ferit Paşa Hükümeti'nin güttüğü siyasetin sonucu değildir. Bu sonuç, ulusumuzun varlığını göstermek ve kanıtlamak için kendi kendine girişmiş olduğu kararlı girişiminin eseridir. İşte bu konuda Zâtışâhâne'yi aldatıyorlar. Kurtuluş çaresi ve yaşama ilkesi ancak ve ancak Kuvayı Milliye'nin önderliğinin benimsenmesinde ve ulusal iradenin egemen olmasındadır. Bu sağlam ve meşru temelden en küçük bir sapma, Tanrı korusun, devlet, ulus ve yurdumuz için pek acı bir yıkım getirir.
Ulusumuzun soylu mücadelesini kötüye yormaktan ve çevreye öyle tanıtmaktan geri durmayan kötü niyetli aşağılık kimselerin çok olduğu bir gerçektir. Ancak asıl derin bir acımayla karşılanacak olan husus, bu kötülükten başka bir şey düşünmeyenlerin başında, sonsuzluğa kadar yaşayacak olan devletimizin Sadrazamı Ferit Paşa'yla Nazırlık mevkilerini tutan Adil Bey, Süleyman Şefik Paşa gibi devlet adamlarının yer almış bulunmasıdır. Ülkemize takım takım Bolşeviklerin girdiğini ve Ulusal Mücadele'nin bir Bolşevik, mücadelesi olduğunu resmi olarak ilan eden ve yayan bu bahtsızlardır. Soylu ve temiz Ulusal Mücadele'mizin, İttihatçıların son çırpınışları ve kanlı hareketleri olduğunu ve onların parasıyla yürütüldüğünü resmen ve açıktan açığa bütün dünyaya ve yabancı gazetecilere söyleyen bu gafillerdir. Anadolu'da karışıklık olduğunu basın yoluyla resmen ilan eden ve Ateşkes Antlaşması'nın özel maddesine göre aziz yurdumuzu düşman işgaline uğratmak isteyen bu cahillerdir. Malatya'nın Müslüman halkı ile Sivas'ın Müslüman halkını birbirleriyle boğazlaşmaya sürüklemek isteyenler bu zavallılardır. Ulusal Mücadele'nin önüne geçeceğim diye Sivas'ın ve ulusal duyarlığın görüldüğü her yerin yabancılarca işgalini isteyen bu hainlerdir.
Bununla birlikte, bizim en yüce hedefimiz, tıpkı siz kardeşimin düşündükleri gibi, kötü niyetlilerin bu güzel ülkede yönelttikleri iftiraları ve açıktan açığa yürüttükleri melunlukları kırmak ve onları kendi umutlarının pusularında körkötürüm ve cansız düşürmek, devlet ile ulusun etkinliğini sırf yurdun kurtuluşuyla ilgili noktada birleştirmektir. Yüce Tanrı'ya şükürler olsun, bu hedefin gerçekleştirilmesinde, artık ulusumuz her türlü kötü niyet belirtilerini kırmış, bütün kahramanlığıyla dönüşü olmayan kesin adımlarını atmıştır. Yabancılar bile, ulusun yaygın gücünü ve kesin kararını, buna karşılık İstanbul Hükümeti'nin ne kadar soysuz ve ulusla ilgisi bulunmayan aciz bir heyet olduğunu iyice anlamıştır. Merzifon'u boşalttılar. Samsun'u da boşaltmaya başladılar. İç işlerimize ve Ulusal Mücadele'mize karşı yansız kalacaklarını söylüyorlar. İşte ulusal girişimlerimizin, bağımsızlığımızı güvence altına alma yolunda elde etmeyi başardığı ilk sonuç budur. Ulusal akım, İstanbul'da Kanun-ı Esasi hükümlerine uyulmasını sağlamakla sonuca ulaşacaktır.
Şimdiki hükümetin, geniş ölçüde bir iyi niyete sahip olduğunu sanmanın doğru olmadığını arz etmeme izin buyurmanızı rica ederim. Ben, daha Erzurum'dayken Ferit Paşa' ya gerçeği ve durumu açıklayarak, ulusun güç ve iradesine karşı çıkacak hiçbir güç kalmadığını yazmış; kendisini, karşı koyma ve engelleme yolunda devam etmemesi gereğiyle uyarmıştım. Bu gafil kişi, buna yanıt vermediği gibi, ulusal akımın birkaç kişinin körüklemesinin eseri olduğunu da ilan etti. Çıkar hırsıyla bilgisizlik gaflet ve körlüğüyle iki yanı da idare ederek mevkilerini koruyabilecekleri biçiminde boş bir sanı içinde bulunan birkaç valinin aldatıcı raporlarını benim tertemiz ve yurtseverce uyarılarımdan daha üstün tuttu. Bugün, her türlü kötülük, hainlik, beceriksizlik ve zavallılık durumunda kaldıktan ve ulus da bütün olup bitenlerin içyüzünü tam bir açıklıkla kavradıktan sonra, bize düşen görev, hemen ulusal davayı benimseyecek yeni bir kabinenin iş başına gelmesini sağlamaktır. Şimdiki kabinenin kişileri ve yaşamları bakımından herhangi bir çekinceleri varsa bugün için bu gibi şeylerle uğraşma tenezzülünden pek yüksek olan ulusumuz adına kendilerine istedikleri söz ve güvenceyi vermeyi de ulusumuzun çıkarı açısından gerekli sayarız. Ancak tuttukları yanlış yolda inatla direnmeyi sürdürecek olurlarsa bundan doğacak sonuçların sorumluluğu kendilerine ait olacaktır.
İşte yapılan bu iyi niyetli girişim dolayısıyla, durumu bir kez daha ve son olarak, soylu siz gibi yüreği gerçekten de yurt ve ulus sevgisi, Padişaha sevgi ve bağlılıkla dolu olan ve kardeşlik anılarını daima saygıyla taşımakta olduğum siz kardeşim Abdülkerim Paşa Hazretleri'yle de bildirmiş olmak, bizim için her türlü vicdan huzurunun daha da sağlamlaşmasına vesile olmuştur."
Beyler, buraya kadar söylediklerim bir tek maddenin özetidir. Bundan sonra gelen maddede :
"Ulusal Mücadele bütün genişliğiyle İstanbul'a doğru ilerlemektedir. Ferit Paşa ve arkadaşları bunu bilmektedir. Siz de bu bilgileri işleyip aydınlanınız dedikten sonra, o günlerde yapılmış olan başarılı hareketlerin raporlarını özetleyerek açıkladım ve artık bütün bu hareketleri durdurmak yalnız ve ancak bir tek şeye bağlıdır. O da kabine başkanlığının ulusal davayı bütün anlamıyla benimseyecek bir kimseye verilmesi ve o kimsenin de bu ulusal davayı kavrayarak ona göre önlem almaya girişmesidir." dedim.
"Bütün bu söylenenler karşısında siz kardeşimin de bir düşünceleri varsa lütfen bildirmenizi rica ederim." cümlesinden sonra, "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal" diye imzamı koydum.
Bundan sonra Kerim Paşa : "Önce, sizle birlikte olan sayın zevatın hepsine selam ve saygılarımızı arz etmek ve duyurmak lütfunda bulunmanızı rica ederim." girişiyle görüşmemizin ikinci noktasına geçtiler. Kerim Paşa devam etti :
"Başladığım kısa konuşmanın bütün evrelerini siz anlattınız. İşin çözüme götürülmesi bakımından iki yerde isabet gösterilmediğini söyleyerek mazur görüleceğimi belirttiniz. Gerçi bütün durumlar ve çeşitli bölgelerdeki olaylar bilinmedikçe, bir konuda hakemlik etmek zorsa da ülkeyle ilgili bir işin çözüme bağlanmasında bize ışık tutan, tertemiz yurt kaygısı olduğundan, dayanağımız sağlam ve açıktır. Yurdun yazgısına karar verileceği şu sıralarda, tek vücut olarak birleşmiş bir ulus ve hükümetin göreceği işi göz önünde bulundurarak, bunun kolaylıkla bir çözüme ulaşması dileğimi arz etmek isterdim. Padişahın hareket noktası olarak aldığıma işaret buyurduğunuz bildirisini anlamakta benim yanılmış olması olanaklıdır. Yalnız, izin ediniz de, asıl işlerin çözümünde en büyük dayanak sayılan bu yüksek bildirideki toplayıcı yönleri açıklayarak Padişah'ın sözlerinin neleri içine almış olduğunu belirteyim. Ben sanıyorum ki Padişahımız..."
Ben, derhal Kerim Paşa'nın devam etmesine fırsat vermeden Şunu yazdırdım :
- Kerim Paşa Hazretleri, gereğinden çok açıklama yapmak her ikimizi de asıl hedeften uzaklaştırabilir. Bir de Padişahın bildirisinin yorumlarıyla çokça uğraşmanın yararı yoktur. Rica ederim asıl konu üzerinde görüşelim.
Kerim Paşa yanıt verdi:
- Asıl konu üzerinde görüşeceğiz. İzin buyurursanız devam edelim efendim.
Ben- Rica ederim en son söz ve öneri üzerinde anlaşalım, dedim. Kerim Paşa- Evet, oraya geleceğiz efendim.

General Harbord Heyeti ve Generale Verdiğim Yanıt

Beyler, hatırlarınızda olsa gerektir ki ülkemizde ve Kafkasya'da incelemeler yapmak üzere Amerikan Hükümeti General Harbört'ün (Harbord'un) başkanlığında bir heyet göndermişti. Bu heyet Sivas'a geldi. 22 Eylül 1919 günü General Harbört'le (Harbord'la) uzun uzadıya görüştük. General'e, Ulusal Mücadele'nin amaç ve hedefi, ulusal örgüt ve birliğin ortaya çıkış nedeni, Müslüman olmayan azınlıklara karşı gösterilen duygular, yabancıların ülkemizdeki yıkıcı propaganda ve eylemleri üzerinde ayrıntılı ve belgelere dayanan açıklamalarda bulundum. General'in bazı tuhaf sorularıyla da karşılaştım. Sözgelimi : "Ulus, tasarlanıp yapılabilecek her türlü girişim ve fedakarlığa başvurduktan sonra da başarı sağlanamazsa ne yapacaksın?" gibi. Yanlış anımsamıyorsam verdiğim yanıtta demiştim ki : "Bir ulus varlığını ve bağımsızlığını kurtarabilmek için düşünülebilen her türlü girişim ve fedakarlığı yaptıktan sonra başarıya ulaşır. Ya başaramazsa demek, o ulusun ölmüş olduğu hükmüne varmak demektir. Öyleyse ulus yaşadıkça ve fedakarca girişimlerini sürdürdükçe başarısızlık da söz konusu olamaz."
General'in bu sorusunun altında yatan asıl amacın ne olabileceğini araştırmak istemedim. Ancak verdiğim yanıtın kendisince takdirle karşılandığını bugün yeri gelmişken belirtmek isterim.

Refet Bey'in Yerinde Olmayan Kimi Önerileri

Beyler, dikkate değer bir noktadır. Şu anda hatrıma geldi. Yüksek Heyetinize arz etmeden geçemeyeceğim. Sivas-Konya yolu üzerindeki bir telgraf merkezinden Refet Bey'in özel bir telgrafını aldım. Refet Bey, bu telgrafında Konya ve dolaylarında başarı sağlanabilmesi için, kendisine İkinci Ordu Müfettişliği unvan ve yetkisinin verilmesi gereğini bildiriyordu. Refet Bey birçok zaman sonra Ankara'da bulunduğum sırada, Bolu ve dolaylarındaki asilerin tepelenmesiyle görevlendirildiği zaman bile, orada bir şifreyle ve halk üzerinde önemli etkisi bulunacağı gerekçesiyle benden, kendisine paşa unvanının verilmesini istemişti. O zamanlar Refet Bey'in gerek birinci gerek ikinci isteklerini yerine getirecek resmi bir mevki ve yetkide bulunmadığımı açıklamaya gerek yoktu: Özellikle Refet Bey'in bunu çok iyi bilmiş olmasından kuşku edilebilir mi? Refet Bey, bu isteklerini yerine getirtmek için, dolaylı yoldan benim İstanbul Hükümeti'ne aracılık etmemi istiyordu da denemezdi. Çünkü dünyaca bilinmekteydi ki ben ordu müfettişliğinden ve askerlikten istifa etmiş olma bir yana, Padişah ve İstanbul Hükümeti'nce de kovulmuş ve idama mahkum edilmiş bulunuyordum. Çalışmalarım bir Kurultay'ın seçmiş olduğu bir heyet içinde, yani bir Temsil Heyeti içinde ve onun adına idi. Ulusal amaca hizmet için çalışmak ve özellikle bu konuda başarıya ulaşmak için, resmi bir unvan ve yetki koşulu var idiyse, o koşul zaten benim kendimde yoktu. İçinde bulunduğum durum ve şartların nelerden ibaret olduğu anlaşıldıktan sonra, başarıya ulaşabilmek için, benden resmi formalitelere bağlı unvan ve yetki beklenemeyeceği doğaldı. Esasen, biz Refet Bey'i Konya'ya gönderirken kendisine, amaca uygun bütün iş ve etkinlikler için tam ve geniş bir yetki vermiştik. Bunun kullanılması ve yerini bulabilmesi, onun göstereceği kişisel güç ve erke bağlıydı.
Beyler, her yanı etkinlik göstermeye ve ulusal örgütler kurmak için yöneltmeye çalışırken, İstanbul Hükümeti'nin umuncuna hizmet eden bazı sivil yönetim amirlerinden, sözde manevi birer gözdağı olabilecek telgraflar da alıyorduk. Sözgelimi, Urfa Mutasarrıfı Ali Rıza adında biri tarafından, yaptıklarımızın İtilaf Devletleri'ne karşı bir saldırı gibi sayıldığı, bu yüzden bütün Osmanlı ülkesinin İtilaf Devletleri'nce askeri işgal altına alınarak Türk Hükümeti'ne son verileceği, temas sonucu elde ettiği bilgilere dayanılarak belirtiliyor ve kabineyle uzlaşma önerisinde bulunuluyordu. Bu telgrafın mutasarrıfa yabancılarca dikte ettirildiğine kuşku yoktu. Buna elbette gerektiği biçimde karşılık verildi.

Konya Valisi Cemal Bey İstanbul'a Kaçıyor ve Konya Halkı da İstanbul'u Tanımıyor

Beyler, Konya'da Vali bulunan Cemal Bey, Ferit Paşa Kabinesi'nin Anadolu'da önemli bir dayanak noktası durumuna geldi. Ordu Müfettişi olan Cemal Paşa'nın İstanbul'a gidip dönmemesi, orada bulunan Kolordu Komutanı Selahattin Bey'in kararsızlık içindeki tutum ve davranışları ve sonunda da haber vermeden İstanbul'a çekip gitmesi, Konya ve dolaylarını Vali Cemal Bey'in hükmü altında bırakmıştı. Oraya, amacı iyice kavramış bir kimsenin gönderilmesi gerekiyordu. Sivas'tayken yanımızda bulunan Refet Bey'in gönderilmesi uygun bulundu. Refet Bey hareket etti. Konya'da, Temsil Heyeti'nce gönderilen bir komutanın gelmekte olduğu haber alınınca yurt sevgisiyle dolu kimseler canlanmıştı. Ancak öte yandan da Vali Cemal Bey, hapishanede ne kadar kanlı katil ve tutuklu varsa hepsini çıkarıp silahlandırarak kendine bir güç yapmak istemişti. Konya'nın sayın halkı, bu alçakça harekete karşı ayaklanarak yurtseverliğin gerektirdiği şeyin yapılmasına karar vermiş; bunun farkına varan Cemal Bey de 26 Eylül'de İstanbul'a kaçmıştır. Halk, Belediye'de toplanarak Hoca Vehbi Efendi'yi Vali Vekilliği'ne getirmişti.

ALİ FUAT PAŞA BATI ANADOLU KUVA-YI MİLLİYE KOMUTANI

Bir münasebetle arz etmiştim ki, 20' nci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, kongre adına bazı kararlar alıp, hazırlıklar yapmıştı. Ali Fuat Paşa 'ya kongrece "Batı Anadolu Kuva-yı Milliye Komutanı" ünvanı verildi. Paşa, Eskişehir ve dolaylarını milli bir bölge olarak kabul edip komutanlığına Süvari Yarbayı Atıf Beyi Afyonkarahisar dolaylarını da millî bir bölge olarak kabul edip Komutanlıgına 23 üncü Tümen Komutanı Ömer Lütfi Bey'i tayin etmişti. Bu tümen ile, Anadolu'ya geldiğimizin daha ilk günlerinde temas kurup ilgilenildiğini o günlere ait açıklamalarım arasında belirtmiştim. İstanbul Hükûmeti, Fuat Paşa'nın yerine Hamdi Paşa 'yı tayin etmiş ve göndermişti. Hamdi Paşa, Eskişehir'e kadar geldi. Orada kendisine, 16 Eylülde İstanbul'a dönmesi gerektiği bildirildı. İngilizler, Eskişehir Bölgesi Kuva-yı Millîye Komutanı Atıf Bey'i tutuklayıp İstanbul'a gönderdiler. Kuva-yı Milliye Komutanı olan bir şahsın, kendisini kolaylıkla düşman eline düşürmeyecek tedbirleri almış olması gerekirdi. Bu konudaki gaflet ve tedbirsizlik kendisini kurtarmak için uzun zaman biribiri ardınca teşebbüslerde bulunmamızı gerektirdi. Bildiğiniz üzere, o tarihlerde Eskişehir'de İngiliz birlikleri vardı. Fuat Paşa, toplayabildiği milli kuwetlerle birlikte Eskişehir'e yakın Cemşit'e gitmişti. Eskişehir'i uzaktan çevirtti. Eskişehir' de bulunan İtilâf Kuvvetleri Komutanı General Solly Flood ( Soli Flud)'un Fuat Paşa'ya gönderdiği bir mektupla kullanılan ifadeler ve Kuva-yı Milliye'nin tanıtma şekli, milli komutanlarımızın ve Kuva-yı Milliye'mizin yüksek şeref ve haysiyetlerine karşı bir saldırı sayıldığından ve adı geçen generalin hak ve etkisi dışında görüldüğünden bu konuda İstanbul'da bulunan İtilâf Devletleri siyası temsilcilerinin bir muhtıra ile dikkatleri çekilmişti. 25 Eylül 1919 tarihinde General Solly Flood'un Fuat Paşa'ya gönderdiği, bir kurmay binbaşı ile Eskişehir İngiliz kontrol subayından oluşan bir hey'et, İngilizlerin, iç işlerimize ve Millî Mücadele'mize asla karışmayacakları konusunda söz verdiler. Bu sıralarda, İngilizler, Merzifon'da bulunan kuvvetlerinin geri çekilmesine memnun olup olmayacağımızı öğrenmek istemişlerdi. Elbette pek memnun olacağımızı bildirmiştik. Gerçekten de oradaki kuvvetlerini bütün ağırlıkları ile birlikte önce Samsun'a çektiler, daha sonra oradan da İstanbul'a götürdüler. Eskişehir'e hâkim olduktan sonra, Fuat Paşa'yı Bilecik ve Bursa yörelerine göndermeyi düşünüyorduk.

KASTAMONU DA İSTANBUL'A KARŞI HAREKETE GEÇİYOR

Ferit Bey vali vekili; Albay Osman Bey, Kastamonu ve dolayları komutanı olarak faliyete geçtikten bir iki gün sonra, kendilerini tekrar telgraf başına çağırarak bilgi istemiştim.
İstanbul'da gereken makamlara, istenildiği şekilde ve halkın imzası ile telgraflar çekildiği, bütün illere ve sancaklara da bu telgrafların duyurulduğu bildirilmekle birlikte, birtakım sorular da soruluyordu.Söz gelişi " Halk diyormuş ki :
1 - Öteki illerin kamuoyu bizimle birlikte değiller midir?
2 - Bu olağan dışı durum ne zamana kadar sürecektir?
3 - Kabinenin direnmesine karşı ne gibi tedbir buyuruldu? Lûtfen bizi aydınlatınız Paşam!"
Halk adına yöneltilen bu soruların vali vekili ve komutan beylerinde zihinlerini işgal etmekte olduğunu hesaba katarak ona göre cevap vermek, yorgunluğuna değerdi. Bunun için Sivas - Kastamonu telini saatlerce işgal eden uzun bilgi verildi ve açıklamalar yapıldı. Bu açıklamaları şöylece özetleyebilirim :
1- Millî kaynaşma, vatanın her köşesinde kuvvetli ve ateşli bir şekilde vardır. Bütün illerin en ufak köylerine varıncaya kadar halk, en ufak birliğine kadar da bütün ordularımız tam bir duyarlık içinde ve tam bir birlik halinde, bildirilen kararlan uygulamakta ve yürütmektedirler. Halkın ikinci ve üçüncü sorusuna cevap olmak üzere de :
2 - Ne zaman Kastamonu halkı bu durumu olağan dışı bulup endişeye düşmek zayıflığından kurtularak, amacımıza ulaşıncaya kadar dayanmakta kararsızlık göstermezse, işte o zaman bu olağandışı durum kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Kabinenin direnmesi tabiîdir. Buna karşı başka bir tedbire girişmeden önce, ilk tedbirimizi hakkıyla ve her yerde kesinlikle uygulama çarelerini düşünelim. Söz gelişi, Bolu'nun durumu hakkında ne yapılmıştır? Bolu kesimine kadar olan bütün yerlerin İstanbul ile resmî haberleşmelerinin kesildiğinden emin miyiz? Bununla ilgili olarak, beklemekte olduğumuz bilgiler daha gelmemiştir. İşte, bu dediğim tedbir İstanbul'a kadar yaygınlaştırıldığı takdirde, kabinenin direnmeye gücü kalmayacağını sanınm. Bununla birlikte, bundan sonra da pek cahilce ve pek ahmakça bir inadı devam ettirmek isterlerse, herhalde daha etkin tedbirler uygulanmasına imkan vardır.
Bundan sonra vali ve komutanın verdiği bilgilerden şunlar anlaşıldı İnebolu'dan İstanbul'a geri gönderilen yeni vali, Zonguldak ta, Dahiliye Nâzırı'ndan şöyle bir emir almış :
"Bolu ve çevresi serbesttir. Zonguldak'a çıkınız. İlin gereken yerleri ile haberleşiniz ve son gelecek emre kadar orada bekleyiniz." Gerçekten yeni vali Zonguldak'ta kalmış ve etrafa gözdağı vermeye başlamış.
Ferit ve Osman Beyler, Zonguldak mutasarrıfına yeni valinin tutuklanıp karadan Kastamonu'ya gönderilmesini emretmişler. Mutasarrıf bunu yapmamış. Bununla birlikte, durumu öğrenen yeni vali orada barınamayarak, İstanbul'a dönmüş.

KASTAMONU VALİSİNİN İSTANBUL HÜKÜMETİNCE DEĞİŞTİRİLMESİ VE BUNDAN ÇIKAN OLAY

Efendiler, Kastamonu'da vali bulunan İbrahim Bey, ben ordu müfettişi iken, kurmay başkanım olan Albay Kâzım Bey'in şahsen tanıdığı bir kimseydi. Bu sebeple kendisine her türlü sırlar bildirilmişti. Aramızda şifreli haberleşmeler yapılıyordu. Kendisi İstanbul Hükûmeti tarafından İstanbul'a davet edildi. Bu daveti ,yerine getirmemesi gerekirken, anlaşılmaz gerekçe ve düşüncelerle İstanbul'da tutuklanmak için Kastamonu'dan ayrılmıştı. Îstanbul, İbrahim Bey'in yerine bir başkasını Kastamonu'ya vali olarak atamıştı. Bu zat, Eylülde İnebolu'ya varmış bulunuyordu. Kendisinin tutuklanmasını oradaki ilgililere emrettik. Bu konuda ilgi çekici küçük bir şey geçti. Müsaadenizle biraz etraflıca anlatayım : Kastamonu bölgesinde ve Kastamonu il merkezinde gevşeklik ve zayıflık belirtileri görülmeye başlayınca, Kastamonu'ya güvenilir ve güç sahibi bir subayın gönderilmesini Ankara 'da bulunan Ali Fuat Paşa'dan rica etmiştim.Fuat Paşa, Kastamonu Bölge Komutanı sıfatıyla oraya Albay Osman Bey'i göndermişti. Osman Bey, tam 16 Eylül günü Kastamonu'ya varmıştı. Biz de kendisinden yeni gelen vali için verdiğimiz emrin uygulanmasını bekliyorduk. Arzettiğim emri verdikten sonra, uygulama ve yürütme hakkında telgraf başında bilgi bekliyordu. Gece olmuştu. Kastamonu'dan benimle konuşarak istediğim bilgiyi verecek bir kimseyi bulamıyordum. Nihayet, 16/ 17 Eylül gecesi, Kastamonu ve Dolayları Komutanı Albay Osman Bey, Kastamonu telgrafhanesine geldi ve aynen şu telgrafı verdi:
Bugün Kastamonu'ya geldim. İstanbul Hükûmeti'nin adamlan, vali vekili ve Jandarma Komutanı'nın oyunu ile evimde tutuklandım. Vatanseverlik örneği subaylanmızın yardımlanyla şimdi kurtuldum. Ben de vali vekilini ve Jandarma Alay Komutanı'm birlikte tutuklattım. Telgrafhaneyi işgal ettim. Buradaki durum önemlidir. Kongreden istirham ediyorum, buraya, aldığı bütün kararları ile ilgili bilgi vererek sayın Kastamonu halkını aydınlatsın. Yeni valinin İnebolu'ya indiği haber alındı. Hakkında nasıl bir işlem yapılacaktır? Burada, vali vekili ve başkalarının tayini konusunda millî kongrenin bana yetki vermesini ve bu istirhamımla ilgili cevabı şu anda makine başında beklemekte olduğumu arz ederim.
Osman Bey ile makine başındaki görüşmemiz şu şekilde devam etti. Kendisinden sordum:
"Şimdi orada duruma hâkim misiniz? Ne kadar kuvvetiniz vardır? Orada ilin ileri gelenlerinden güvenilir kim vardır? Yeni tayin edilip İnebolu'ya geldiği haber alınan valinin adı nedir?"
Osman Bey'in cevabı şuydu : Hâlen ile hâkim durumdayım. Her halde, kongrenin bana yardımcı olması ve beni aydınlatması gerekir. Atanan valinin Konya valiliğinden emekli, çok eski bir zat olduğu söyleniyor. Adı Ali Rıza' dır. Kuvvetim iki yüz elli kişilik bir tabur ve dört tüfekli, bir ağır makineli bölüğünden ibarettir. Daha halk ile görüşülememiştir. İlin ileri gelenlerinden Defterdar Ferit Bey vardır."
Osman Bey' e şu emri verdim : " Şimdi siz vali vekilliğini kendi üzerinize alınız. Bütün askerî ve sivil kuvvetleri elinizde tutmaya tam olarak yetkilisiniz : Gelmekte olan valiyi hemen tutuklatacak çabuklukta tedbirler alınız. Yaptıklarımıza açıktan açığa karşı koyanlara karşı kararsızlığa düşmeden silâh kullandırınız. İl defterdarı, benim Diyarbakır'dan tanıdığım Ferit Bey ise, size yardım etmesi gerekir. Bolu mutasarrıfına, aldığınız durumu ve yetkiyi hemen şimdi bildirerek onun da İstanbul'a karşı aynı şekilde hareket etmesini tarafımızdan söyleyiniz. Sinop Mutasarrıfı Mazhar Tevfik Bey'e de benim tarafımdan aynı talimatı veriniz. Yanınızda hangi şifre anahtarı vardır?"
Osman Bey' in cevabı : " Vali vekilliğini Defterdar Ferit Bey'e vereceğim, kendi üzerime alamayacağım. Bildiğiniz Ferit Bey' dir. Sinop mutasarrıfı bildiğinizdir; kendisi görevden alınmıştır. Vekilliği Jandarma Tabur Komutanı Remzi Bey' dedir. Mazhar Tevfik Bey'in Sinop'ta olduğu bildiriliyor. Şifre anahtarı tutuklu alay komutanındadır; istendi, alacağım cevaba göre arz ederim, efendîm."
"Yanınızda başka şifre anahtarı var mıdır? Ferit Bey şimdi nerededir? Durum hakkında bilgisi var mıdır? diye sordum.
" Durumdan bilgisi yoktur, şimdi çağrıldı, gelecektir. Ben hiç şifre anahtarı almadım; çünkü tutuklanacağımı bilmiyordum, makam şifresi ile yazarım ümidinde idim." cevabını verdi.
"Oradaki jandarma tabur komutanı kimdir; ne kadar jandarma kuvveti vardır; emriniz altına girdi mi?" sorusunu yazdırdım. Buna da verdiği cevapta : "Jandarma Komutanı Emin Bey, yanımda ve benimle işbirliği yapmıştır. Merkezde jandarma sayısı otuz beş kadardır. Polis Müdürü Halil Bey de yanımda ve benimle işbirliği etmiştir. Polis sayısı kırktır. Piyade Tabur Komutanı Şerif Bey biraz budala olduğundan şimdilik tutuklanmıştır. Jandarma Tabur Komutanı Emin Bey, yüzbaşıdır. Defterdar Ferit Bey geldi, yanımdadır."
"Emin Bey' i biraz anlatır mısınız" sorusuna 1902 (318) çıkışlı, Üsküp' lü Emin, tanırsınız. Ayrıca ellerinizden öpüyorlar."
Bunun üzerine şu satırları yazdırdım:
" Emin Efendi'yi tanırım, teşekkür ederim. Ferit Bey'e durumu anlattınız mı? Önemli hususlar makam şifresiyle bildirilebilir. Sinop mutasarrıf vekili olan Jandarma Komutanı güvenilir bulunmadığı takdirde, yerine sizce uygun görülecek birinin vekilliğe getirilmesi için gerekli olan tedbirler düşünülmelidir. Yardıma ihtiyaç duyuyor musunuz?"
0sman Bey :" Kuvvete ihtiyaç duyup duymadığımı daha sonra arz edeceğim; Jandarma Tabur Komutanı yeni geldiği için durumu anlaşılamamıştır, efendim" cevabını verdi. Osman Bey' e başka bir söyleyeceği olup olmadığını ve Ferit Bey' le durum değerlendirmesi yapıp yapmadıklarını sorup anladıktan sonra, şu telgrafı yazdırdım :
Osman Bey'e ve Ferit Beyefendi'ye
Alınacak tedbirler ve yapılacak işlerinizde başarılar dilerim. Bize durumunuzdan ve gelmekte olan valinin tutuklandığından haber vermenizi bekleriz. (Mustafa Kemal)

HALİT BEY'İN TRABZON VE ÇEVRESİNDE MİLLİ TEŞKİLAT KURMAK ÜZERE GÖREVLENDİRİLMESİ

Efendiler, Trabzon'da bir iki kişinin, pek vatansever ve saygıdeğer Trabzon halkının hiçbir bilgisi bulunmadığı halde, onlar adına, oradaki millî varlığı kendi şahıslarında temsile kalkıştıkları ve bu yüzden millî teşebbüs ve kararların gerektiği şekilde uygulanıp yerine getirilemediği kanaatına vardım. Trabzon'da vali bulunan Galip Bey adında bir zatın da olumsuz akım yaratmakta rol oynadığını anladım. Bunun üzerine, Trabzon yakınında Torul'da bulunan ve daha tümenine omutaya başlamamış olan Hâlit Bey'in Trabzon çevresinde sinde millî teşkilât kurmak üzere görevlendirilmesi uygun bulundu ve bu düşünce Kolordu Komutanı'na bildirildi. 20 Eylül 1919 tarihinde alınan cevapta : İngilizlere karşı gizlenmekte olan Hâlit Bey'in yaradılışı dolayısıyla ortaya çıkarabileceği durumların, bu nazik zamanda belki düzeltilmesi mümkün olamaz yolunda bazı düşüncelerden sonra Hâlit Bey haberim olmadan maruzatta bulunsa bile yerine getirilmemesi bildiriliyordu.
Kâzım Karabekir Paşa'nın bu telgrafına verdiğimiz karşılıkta : İngiliz engelinin bizlerce söz konusu olamayacağnnı, şiddetli ve kesin hareket sakıncalı görüldüğüne göre, Trabzon'da durumun düzeltilmesi neye ve ne gibi bir tedbire bağlı ise, onun doğrudan doğruya kendisi disi tarafından alınmasını, 22 Eylül 1919 tarihli bir şifreli telgrafla rica ettik.
Bizim, 15 inci Kolordu Komutanı ile bu haberleşmeleri yaptığımız tarihlerde, Torul'dan Yarbay Hâlit Bey de doğrudan doğruya bizimle haberleşmeye başladı. Kendisini cevapsız bırakmamak ve durumu aydınlatmak üzere karşılık verdik.
15 inci Kolordu Komutanı'nın bir bakıma bizim 22 Eylül 1919 tarihli telgrafımıza cevap oluşturan, 27 Eylül 1919 tarihli bir şifreli telgrafını aldık. Bunda, halkı, önce aydınlatma ve doğru yola çekme görevini yaptıktan sonra; karşı gelenler görülürse, onları da müstahak oldukları muameleye uğratmaktan ibaret olan ve pek büyük tecrübelerle elde edilen prensibini aynen Trabzon çevresinde uyguladığını belirttikten, 9 uncu Tümen Komutanı Rüştü Bey' in kurmay hey'eti ile birlikte, 3 üncü Tümen Komutanlığı vekilliği ile Trabzon'a gönderdiğini,Halit Bey'i Trabzon için uygun bulmadığını bildirdikten sonra, İngilizlerle ilgili görüşe geIince, bana kalırsa, elden geldiği sürece açıktan ve belirli bir düşmanlıktan kaçınmayı tercih ederim kanaatı ileri sürülüyordu.
Buna verdiğim 29 Eylül 1919 tarihli özel cevabımda şunları yazdım :
Trabzon ilinde halkın ne düşündüğü konusunda buraca da aydınlanılmıştır. Trabzon merkezi dışında, bütün ilçe ve sancakları ile haberleşilmektedir. Merkezdeki gergin durum da valinin tutuklanıp uzak laştırılmasından sonra ortadan kalkmıştır (Emrim üzerine valiyi tutuklayarak göz altında Erzurum'a gönderen Hâlit Bey'dir). Rüştü Bey'in 3 üncü Tümen Komutanlığı Vekilliği ile Trabzon'a gönderilişinde hatırıma gelen noktaları arz edeceğim.
Önce, valiyi tutuklayan Halit Bey'dir. Birkaç gûn sonra Rüştü Bey'in bu şekilde gönderilmesi, Hâlit Bey'in hareketini oradaki kötü niyetlilere karşı eleştirmek gibi olabilir.
İkincisi, Halit Bey, nazik durumlarda tümeninin başına geçmeyi beklerken, bugün geçirmekte olduğumuz ciddî ve tarihî anlarda, başka bir şahsın yerine geldiğini görmekten üzüntü duyabilir. Bu tutumdan vazgeçilmesini rica ederim. Bununla birlikte kolordunuzun askeri işlerine karışmak istemem.
Kâzım Karabekir Paşa'nın verdiği 2 Ekim 1919 tarihli uzun cevapta, bu işlemin Hâlit Bey' in müracaatı üzerine yapıldığını ve kendisine durumu iyice anlatmak için Erzurum'a davet edildiğini bildirdi. Halbuki,1 Ekim 19l9 tarihinde 3 üncü Tümen Emir Subayı Üsteğmen Tarık imzasıyla, Başyaverim Cevat Abbas Bey'e gelen özel bir şifrenin son cümleleri şöyleydi :
Son günlerde Komutan Bey, 3 üncü Tümen'in bugûnkü komuta durumunun değiştirilmesini kolordudan istedi. Eğer kolordu bu teklifi kabul etmez ve yerine getirmezse, emir almadan komutayı ele alacağını ve daha önce alınan karar uyarınca kolordudan ayrıarak doğrudan doğruya kongrenin emrinde olacağını arz ederirim. Paşa Hazretleri'ni gerektiği şekilde aydınlatınız efendim.
Bu tarihten on beş gün sonraydı. Kâzım Karabekir Paşa'dan 17 Ekim 1919 tarihli şu telgrafı aldım :
Kendi bölgemde millî isteğin gerçekleştirilmesi ve yerine getirilebilmesi için son noktaya kadar askerlikten ve komuta zincirinin gereklerine uymaktan ayrılmamayı, geleceğin disiplini bakımından da son derece gerekli görüyorum. Cür'etkârlıkla ileri görüşlülüğün bağdaştırılamadığı yerlerde ve işlerde, sonuç pek parlak da olsa, bunun tezelden tersine döndüğü ve yararsız kaldıgı örnekleriyle görülmüştür. Özellikle, İngiliz, Fransız temsilcilerinin bulunduğu Trabzon çevresinde, komuta zincirine değer verilmesine, pek uyanık ve ileri görüşlü davranılmasına büyük bir ihtiyaç duyulmaktadır.
Maalesef, verdiğim açık talimata rağmen, Halit Bey'in kendi kendine ve askerî kıyafetiyle valiyi tutuklayarak gösterdiği tuhaflık dillere destan olmuştur. (Halit Bey'i bu işe yöneltenin kim olduğunu arz etmiştim). Seçimler konusunda da bu şekilde faaliyet gösterirse kendisi için İngilizlere bir çıkış daha yapılması ve güç bir duruma düşülmesi kaçınılmaz olur (Seçimler konusunun çabuklaştırılması ve millî isteğe uygun bir sonuca bağlanabilmesi için Halit Bey'e ve gereken daha birçok kişiye yardım ve gayrette bulunmaları özellikle rica edilmişti.
Bir de İngilizler tarafından yapılacak çıkışın kaçınılmaz ne gibi bir durum yaratabileceğini, kendi durumunu göz önüne getirerek bir türlü anlayamamış olduğunuzu itiraf edeyim. Bunun için adı geçen kimse ile haberleşme yapılmayarak, yüksek arzularınızın yerine getirilmesinde bendenizin aracılığını istirham ederim. Adı geçenin kişiliği her türlü iddianın ötesinde ise, herhangi bir bölgeden milletvekili seçilmesi hakkındaki yüksek düşüncelerinizin bildirilmesi arz olunur.
Bu telgrafa 19 Ekim 1919 tarihinde sadece şu cevabı verdim :
Halit Bey'in milletvekili olmak veya olmamak konusundaki eğilimlerini bilemediğimden bu hususta görüş bildiremeyeceğim efendim.
Efendiler, Ferit Paşa Kabinesi'nin düşmesine kadar geçen 9 gün içinde karşılaştığımız sorunlar çeşitlidir. Engeller ve güçlükler az değildi. Bunların hepsini saymak ve açıklamaya kalkışmak yüksek heyetinizi çok yorabilir. Bu sebeple bu safhayı tamamlayacağını sandığım bazı noktalara yalnız dokunmakla yetineceğim.
Ali Galip'in tavsiyesi üzerine, İstanbul Hükûmeti'nce Dersim Mutasarrıflığı'na tayin edildiği anlaşılan ve Sıvas'a gelen Osman Nuri Bey 8 Eylülde Sıvas'ta alıkonuldu.
Millî akıma karşı haince hareketlerde bulunduğu ortaya çıkan Ankara Valisi Muhittin Paşa, belli bir maksatla geziye çıkmıştı. 13 Eylülde Çorum'da bulunuyordu. Muhittin Paşa'nın yakalanıp korumalı olarak Sivas'a gönderilmesi için Ankara'da Kolordu Komutanı'na ve Samsun'da 5 inci Kafkas Tümeni Komutanı'na emir verildi. Muhittin Paşa tutuklu olarak Sivas'a getirilmiştir. Kendisiyle bizzat görüştüm. Gereken öğüt ve uyarılandan sonra yaşına hürmeten Samsun üzerinden İstanbul'a gönderdim. Çorum Mutasarrıfı Samih Fethi Bey de üç dört gün sonra özel olarak Sivas'a davet olundu.
Millî Mücadele'ye karşı geldikleri anlaşılan Niğde Mutasarrıfı, muhasebecisi ve komiserinin korumalı olarak Sivas'a gönderilmeleri için 15 Eylülde Niğde'de Tümen Komutanlığı'na emir verildi.